Uluslararası İlişkiler
LÜTFEN İNDEKS SAYFALARINA TANIM GİRMEYİNİZ.
Uluslararası İlişkiler Tanımı
Uluslararası İlişkiler Tarihi
Uluslararası İlişkilerin Konsolidasyonu
Vestfalya Antlaşması
Vestfalya'ya Giden Süreç
Vestfalya Barışı ve Önemli Sonuçları
Modern Devletin Konsolidasyonu
Siyasi Konsolidasyon
Felsefi Konsolidasyon
Ekonomik Konsolidasyon
Uluslararası İlişkilerin Kavramsal ve Kuramsal Çerçevesi
Devrim Kuramları
Uluslararası İlişkilerin Temel Kavramları
Devlet ve Egemenlik
Ülke Toprağı
İnsan Topluluğu
Hükümet
Egemenlik
Emperyalizm
Kriz
Güç
Çıkar
Küreselleşme
Machiavelli ve Devlet Egemenliği
Hegemonya
Meşruiyet
Otorite
İdeoloji
Seçimler
Çoğulcu Sistem
Nispi Seçim Sistemi
Uluslararası İlişkilerin Temel Aktörleri
Devletler
Bireyler
Hükümet Dışı Aktörler
Uluslararası Örgütler
Ulusaşırı Gruplar ve Örgütlenmeler
Çok Uluslu Şirketler
Hükümetler
Büyükelçilikler
Uluslararası İlişkiler Teorileri
Realizm
Realizmde Dört Temel Önerme
Klasik Realizm
Neo-Realizm
İdealizm
İdealizmin Yükselişi, Düşüşü ve Sürekliliği
İdealizmin Varsayımları,İlkeleri ve İdealleri
Liberalizm
Demokratik Barış Teorisi
Neo-Liberalizm
İnşacılık(Konstrüktivizm)
Eleştirel Kuram
Feminizm
Mary Wolstonecraft
Psikanalist Yaklaşım
Türkiye’de Feminizm
Yapısal Kuramlar
Marksizm
Neo-Gramscian Teori
İngiliz Okulu
İngiliz Okulu'nun Temel Varsayımları
Monroe Doktrini
Kopenhag Okulu
Aberystwyth Ekolü
Yeşil Yol
Güvenlikleştirme Teorileri
Demokratik Barış Teorisi
Entegrasyon Teorileri
Federalizm
İşlevselcilik
Yeni İşlevselcilik
Uluslarüstücülük
Liberal Hükümetlerarasıcılık
Kurumsalcılık
Konstrüktivizm
Kritik Teori
Rasyonalizm
Globalizm
Siyasi İdeolojiler
Liberalizm
Radikalizm
Muhafazakârlık
Sosyalizm
Uluslararası Hukuk
Uluslararası Hukukun Kaynakları
UluslararasıAdalet Divanı Statüsü 38. Madde Düzenlemesi
Antlaşmalar
Uluslararası Örf-Adet Kuralları(Yapılageliş, Teamül)
Genel Hukuk İlkeleri
Yargı Kararları
Öğreti(Doktrin)
Uluslararası Hukukun Diğer Kaynakları
Açık Belge Teorisi-Clear Act Theory
Koruma Sorumluluğu- Responsibility to Protect(R2P)
Siyaset
İktidar
Otorite
Meşruiyet
Apolitik
Aristokrasi
Audiovizuyel Politika
Prestij Politikası
Prim Politikası
Propaganda
Başat Güç
Uluslararası Güvenlik
Uluslararası Sistem Açısından Güvenlik ve Değişen Güvenlik Yaklaşımı
Libya İç Savaşı
Kosova Sorunu
Keşmir Sorunu
ABD-İran Nükleer Krizi
Arap-İsrail Savaşları
Rusya'nın Kırım'ı İlhakı
Nükleer Silah
Ruanda Soykırımı
Somali İç Savaşı
Arap Baharı
Enerji Güvenliği
Enerji Bağımlılığı ve Dış Politika
Enerji Kaynakları ve Çatışma
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Kullanımı
Siber Güvenlik
Siber Savaş
Siber Terörizm
Devletlerin Siber Güvenlik Stratejileri
İnsansız Hava Araçları ve Güvenlik
Uluslararası İlişkilerde Savaş Teorisi
Jean Jacques Rousseau ve Savaş
Thomas Hobbes ve Savaş
Uluslararası İlişkilerde Barış Kuramı
Orta Doğu
Orta Doğu'da Toplumsal ve Kültürel Yapı
Orta Doğu'da Yahudi Toplumu
Orta Doğu'da İslam Toplumu
İslamiyet Öncesi ve Sonrası Orta Doğu
Osmanlı Yönetiminde Orta Doğu
Osmanlı İmparatorluğu ve Orta Doğu
Birinci Dünya Savaşı ve Orta Doğu
19.Yüzyıl Orta Doğusu
Filistin Sorunu:Siyonizm ve Arap-İsrail Savaşları
Filistin ve Siyonizmin Gelişimi
İsrail Devletinin Kuruluş Süreci
İsrail'in Kuruluşu ve Birinci Arap-İsrail Savaşı (1948)
Mütareke Antlaşmaları
1967 Savaşı:Altı Gün Savaşı
1967 Mayısında Orta Doğu’daki kuvvetler dengesi, Arapların lehineydi.Zira İsrail’in yanında yer alan ABD’nin bir Vietnam sorunu vardı. Ayrıca İngiltere ve Fransa’nın da silahli desteğini uluslararası şartlar gözönünde bulundurulduğunda İsrail’in elde etmesi zordu (Kürkçüoğlu, 1972: 141). Oysa Sovyetler Birliği, 1955’ten beri Arapların yanındaydı. Onları devamlı bir surette silahlandırıyor, askerî eğitim için uzman desteği sağlıyordu. Araplar 1967 savaşı öncesi silah ve teçhizat bakımından İsrail’den üstün konumda gözüküyorlardı.
Araplara göre 1967 savaşının sebebi; “İsrail’i çeviren Arap Devletlerinin topraklarına karşı” İsrail tarafından gerçekleştirilen “zalim saldırı ve kışkırtma” hareketleriydi. Araplar savaşın en önemli sebeplerinden biri olarak 1948 yılından beri var olan “Arap mülteciler meselesi”ni göstermekteydi. İsrail’in kurulması sonrası İsrail topraklarında yaşayan binlerce Filistinli yurtlarını terk etmek zorunda kalmış, çevredeki Arap ülkelerine sığınmıştı. Bu göçmenler Arap Devletlerinden İsrail’e saldırılar düzenlemekteydi. Türkiye’deki Arap Büyükelçilerinin 27 Mayıs 1967 tarihinde yayınladıkları ortak bildiriye göre Filistinlilerin bu saldırıları “Arap ülkesinin iradesinden uzak olarak” gerçekleştirilmekteydi. Filistinlilerin “gizli olarak teşkilatlanmaları münasebetiyle” de faaliyetlerinin herhangi bir Arap Devleti tarafından kontrol altına alınması imkânsızdı (Arap Büyükelçilerinin…, 1967: 3-4). Araplar, mülteciler sorunundan hareketle İsrail’i ortadan kaldırmayı düşünürken, İsrail, mülteciler meselesinin çözümlendiği düşüncesindedir. İsrail Enformasyon Servisi tarafından yayımlanan “Arap Mülteciler Meselesi” isimli 29 sayfalık bir kitapçıkta bu sorun “siyasal ve sosyo-iktisadi yönleri olan” bir konu olarak iki kısımda ele alınıyordu. İsrail, ülkesinden göç eden mültecilerin geçen süreç içinde yaşadıkları yöreye uyum sağladığı, buradaki insanlarla dinleri ve dillerinin bir olduğu, gelenek ve medeniyetlerinin benzediği fikrindeydi. Böylece sorunun sosyo-iktisadi kısmı “kendi kendine” çözümlenmişti. Ancak, sorunun siyasi kısmı Arap liderlerinin sorunu “açık tutmaya ve İsrail’e karşı bir silah olarak kullanmaya kararlı gibi” olmalarından dolayı çözümlenememişti.
1967 başından beri Suriye ile İsrail ilişkileri gergindi. İsrail, Filistinli gerillaların Suriye’den topraklarına girdiğini iddia ediyordu. 24 Mart 1967 tarihinde İsrail Genekurmay Başkanı İzak Rabin, bu saldırılar devam ettiği takdirde, Suriye’ye karşı harekete geçmenin gerekli olabileceğini söylüyordu. İsrail, Filistin fedailerinin hareket noktası olarak yapacakları veya faaliyetleri yolunda geçecekleri Arap ülkelerine saldıracağını açıklamıştı. İsrail’in bu açıklaması Araplara göre “Filistin mültecilerinin yaşadıkları bütün Arap Devletleri ile savaşmak istediği” anlamına gelmekteydi. Nitekim İsrail Başbakanı da Şam şehrini işgal edeceğini ilan etmişti. İsrail, Suriye sınırına büyük bir yığınak yapmaktaydı. Bu durum karşısında Arap Devletleri, “Suriye’yi savunmak” için birlikte hareket edeceklerini ve “herhangi bir siyonizm tehlikesine karşı” beraber olacaklarını ilan ediyorlardı (Arap Mültecileri..., 1967: 4-5). Mısır makamları İsrail’in Suriye’ye hücuma hazırlandığını ve böyle bir hücum hâlinde derhâl Suriye’nin yardımına koşmak için İsrail’e karşı harekete başlayacaklarını bildirmekteydiler. Doğu Bölgesi Komutanlığı’na atanan General Abdulmuhsin Murteza, birliklerinin “Yahudilere karşı kutsal bir savaş açmaya” hazır olduklarını belirtmişti (Hürriyet, 20 Mayıs 1967). Bu arada Irak, İsrail’e karşı herhangi bir Arap harekâtını destekleyeceğini Nasır’a bildirmiştir. Bunun yanı sıra Irak Savunma Bakanı General Şakir Mahmut Şükrü de gazetecilerin sorularına: “1967 yılının Filistin davası için kesin bir yıl olacağına inanıyorum. Irak ordusu şimdi tamamiyle savaş düzenindedir ve Suriye kuvvetlerinin yanı başında çarpışmalara katılmaya hazırdır.” demekle Irak’ın, İsrail’in Suriye’ye saldırması hâlinde Suriye’nin yanında olacağını bir kez daha tekrarlıyordu. Mısır, bu bilgilerin ışığında İsrail’e karşı bir askerî harekât yönünde ilk adımı 16 Mayısta attı. Bu tarihte Mısır’da olağanüstü hal ilan edildi ve bütün silahlı kuvvetlerin savaşa hazır durumda oldukları açıklandı. Bunu Ürdün, Suriye, Irak ve Kuveyt’te de olağanüstü hal ilanları izledi. 18 Mayısta Nasır, BM Genel Sekreteri U-Thant ile görüşerek 1956 savaşından beri Gazze ve Sina’da bulunan BM Barış Gücü’nün geri çekilmesini istedi. Bu istek olumlu karşılanarak BM askerleri bölgeden çekilmeye başladı. 19 Mayısta bu kuvvetlerin yerini Mısır askerlerinin alması “durumu birden bire ciddileştirmiş” ve Mısır-İsrail sınırında “harp tehlikesine” neden olmuştu (Hürriyet, 20 Mayıs 1967). İsrail, BM Barış Gücü askerlerinin geri çekilmesini, İsrail’in askerî güvenliğine ve hayati deniz hürriyetine karşı meydana gelecek “zarar” nedeniyle kendi fikrinin alınmadan yapılmasına karşı çıkmıştı. Bu esnada askerî hazırlıklarını sürdüren Mısır, İsrail sınırına asker ve tank yığmaya devam etmiş, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün ortak hareket için birleşmiştir (Tercüman, 23 Mayıs 1967). Mısır kuvvetleri Akabe Körfezi’nin girişinde yer alan stratejik Şarm el Şeyh Bölgesi’ne 21 Mayıstan itibaren yerleşmeye başlamıştır (Hürriyet, 23 Mayıs 1967). Mısır’ın bu bölgeye yerleşmesi Akabe Körfezini kontrol etmesi anlamına geliyordu. Zaten Mısır da bir süre sonra bu bölgeye yerleşmenin getirdiği avantajla savaşa giden yolda en önemli adımı atacaktı.
23 Mayısta Mısır, savaşa giden yolda en önemli adım olan Akabe Körfezi’nin girişindeki Tiran Boğazı’nı İsrail gemilerinin geçişine kapattı. Başkan Nasır, 23 Mayısta Sina’da Mısırlı havacılara hitaben yaptığı konuşmada “bundan böyle bütün İsrail bandıralı veya stratejik madde taşıyan gemilerin Akabe Körfezi’ne giriş ve çıkışları yasaklanmıştır.” demişti. Araplar Akabe Körfezi’ni “kapalı bir körfez” olarak görmekteydi. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın karasuları olarak görülen Akabe Körfezi’nin kapatılması, Mısır’ın “hükümranlığını teyit etmek” ve “düşman İsrail” gemilerine kapatılmak suretiyle istiklal ve güvenliklerini korumak yolunda alınacak en olağan tedbirdi (Arap Büyükelçilerinin..., 1967: 7-8). Oysa İsrail’e göre abluka, “silah zoruyla konan ve tatbik edilen bir harp hareketi”ydi. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’ın ifadesiyle “ablukanın tatbik edildiği andan itibaren fiili çatışmalar” başlamıştı. Artık İsrail, BM kararlarına uymak zorunda değildi (İsrail Dışişleri..., 1968: 17). Mısır Akabe Körfezi’ni kapatmakla İsrail’e gidecek mal ve özellikle petrolün önünü kesmişti. İsrail’in buna tepkisi ise yukarıda belirtildiği gibi İsrail gemilerine yapılacak bir saldırının savaş ilanı sayılacağını bildirmesiydi (Armaoğlu, 1994: 243).
Sovyetler Birliği, 23 Mayısta bir açıklama yaparak bu bunalımda açıkça Arapları desteklediğini bildirmişti. Yapılan açıklamada “mütecavize karşı mukavemette bulunacağı” ifade edilmişti (Zafer, 25 Mayıs 1967). ABD Başkanı Johnson ise, Orta Doğu ülkelerini barışı bozacak davranışlardan kaçınmaya davet ediyordu. BM Genel Sekreteri U-Thant sorunu görüşmek üzere 23-25 Mayıs arasında Mısır’a gitmiş, karatmadan dolayı mum ışığı altında yenen yemekte Nasır, “İlk ateşi açan Mısır olmayacaktır.” demişti (Akşam, 10 Haziran 1967). U-Thant bu görüşmelerinde barış yönünde bir gelişme kaydedemiştir. Genel Sekreterin bu başarısızlığı savaşa bir adım daha yaklaşılması demekti.
Orta Doğu’da savaş atmosferinin hızla yoğunlaştığı sırada Mısır Millet Meclis 29 Mayısta, Başkan Nasır’a oy birliğiyle olağanüstü yetkiler verilmesini kabul etti (Tercüman, 30 Mayıs 1967). Nasır bunun üzerine yaptığı konuşmada “eğer Batılı ülkeler haklarımızı çiğnemeye çalışırlarsa bize saygı göstermeyi onlara öğreteceğiz” demişti (Tercüman, 31 Mayıs 1967). Nasır’a göre Akabe girişinde yer alan Tiran Boğazı Mısır’ın karasularıydı ve dünyada hiçbir kuvvet Mısır’ı topraklarına hâkim olmakta alıkoyamazdı. Oysa İngiltere Akabe Körfezini uluslararası bir su yolu sayıyordu. Bu gelişmeler karşısında ablukaya karşı müdahale yapılması ve ablukanın kaldırılması beklenmekteydi (Zafer, 31 Mayıs 1967). Fakat Mısır bu kararında azimliydi ve hiçbir kuvvet onları bu kararından alıkoyamazdı. Bu kararlılığını Akabe Körfezi’ne girmeye çalışan Liberya bandıralı bir tankeri durdurmakla göstermişti (Hürriyet, 31 Mayıs 1967). Bütün Arap Devletleri Arap topraklarını korumaya ve sularının ve topraklarının her karışına olan egemenliklerini savunmaya kararlıydılar (Arap Büyükelçilerinin..., 1967:7). Savaşa hazırlık yolunda Mısır ile Ürdün arasında 30 Mayısta bir savunma anlaşması imzalandı (Hürriyet, 31 Mayıs 1967).
Mısır İsrail’in ani bir hava saldırısından çekinmekteydi (Zafer, 5 Haziran 1967). İsrail’in yıldırım harekâtına geçerek Mısır Halkı’nı “gafil” avlamaması için halktan verilen alarmdan sonra bütün ışıkları söndürmesi ve sığınaklara gitmesi isteniyordu. Ayrıca yaşları 18 ile 50 arasında olan herkes halk kuvvetlerine katılmaya çağrılmıştı (Hürriyet, 5 Haziran 1967). Bu arada İsrail, savaş için bir yandan askerî hazırlıklarına devam ederken diğer yandan da kabinede savaşa yönelik değişikliklere gitmiştir. 1956 savaşında Mısır’a karşı savaşmış olan Moşe Dayan Savunma Bakanlığı’na getirilmişti (Zafer, 2 Haziran 1967).
Mısır, İsrail çevresindeki çemberi iyice daraltmak amacıyla Irak’ı 4 Haziranda Mısır-Ürdün savunma anlaşmasına bağlayan protokolü imzaladı. İmza töreni sonrası Nasır, Kahire Radyosuna verdiği beyanatta “sizi savaşla karşılıyoruz ve intikam alabilmek için savaşın başlaması arzusuyla yanıyoruz. Bu, dünyanın, Arapların ne olduğunu ve İsrail’in ne olduğunu anlamasını sağlayacaktır” diyerek artık savaşın kaçınılmazlığını dile getiriyordu (İsrail Dışişleri..., 1968: 14). Bu arada Çin de Mısır’a yardım teklif etmiş, Sovyetlerin taahhütlerinden vazgeçmesi hâlinde askerî yardım yapacağını bildirmişti (Hürriyet, 5 Haziran 1967). Savaşın başladığı 5 Haziran yaklaştıkça taraflar arasında yer yer küçük çaplı çatışmalar da yaşanıyordu. 2 Haziranda Suriye ve İsrail kuvvetleri İsrail toprakları içinde çarpışmış, iki İsrailli ve bir Suriyeli ölmüştü. Ayrıca Ürdün, bir İsrail helikopterine uçaksavarla ateş açmıştı (Hürriyet, 3 Haziran 1967). 1967 Arap-İsrail savaşı 5 Haziran günü Kahire saatiyle sabah 8.45’te İsrail uçaklarının Mısır hava üslerine yaptığı ani saldırısıyla başlamış, 10 Haziranda ateşkesin kabulüyle sona ermiştir. Türk basınında birçok gazetenin “84 saatlik savaş” olarak değerlendirdikleri 1967 savaşı, Mısır’ın “beklediği” gibi İsrail tarafından yıldırım taarruzuyla başlamıştır. Bu taarruzda İsrail Mısır uçaklarının 393’ünü yerde kullanılamaz hâlegetirmiş, ilk günkü mücadelede Mısır’ın uçak kaybı 416 olmuştur. Aslında İsrail’in bu saldırısıyla “üç saat içinde” kazandığı savaş, fiilî olarak İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında olmuştur. İsrail, BM’nin üçüncü defa yaptığı ateşkes çağrısını kabul ettiğini Türkiye saatiyle 17.00’da açıklamış (Milliyet, 11 Haziran 1967), ve böylece altı gün süren savaş sona ermiştir.<ref>Kenan Olgun:Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı<ref>
1973 Ekim Savaşı
Camp David ve Mısır-İsrail Barışı
Oslo Öncesi ve Sonrası Süreç
ABD'nin Kudüs'ü İsrail Başkenti Olarak Tanıma Süreci ve Sonrası
Basra Körfezi:Petrol Cennetleri
Bölgenin Genel Görünümü ve Etkili Faktörler
Bölge Ülkelerine Bakış
İran
Irak
Suudi Arabistan
Kuveyt
Birleşik Arap Emirlikleri
Katar
Umman
Bahreyn
Modern Ortadoğu
Diplomasi
Açık Diplomasi
Kamu Diplomasisi
Zirve Diplomasisi
Ataşe
Anlaşma
Ateşkes
Avrosantrizm Diplomasisi
Ping-Pong Diplomasisi
İki Yönlü/Taraflı Diplomasi
Halı diplomasisi
Nota Verme
Ambargo
Protokol
Bağımlılık
Bağımlılık Teorileri
Bağımsızlık
Bağımsızlık Verme İlanı
Bağımsız Devletler Topluluğu
Bağlantısızlık
Balfour Bildirisi(Balfour Deklarasyonu)
Balkan Antantı
Balkan Paktı
Barış Gücü
Barışçı Çözüm
Boykot
Propaganda
Türk Dış Politikası
Türk Dış Politikasının Teori ve Pratiği
Kurtuluş Savaşı Yılları (1919 - 1923)
Küresel ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler
Mondros Barış Antlaşması
Sevr Barış Anttlaşması
Ankara Antlaşması
Mudanya Ateşkes Antlaşması
Lozan Barış Antlaşması
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1939)
Küresel ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler
Montreux Boğazlar Sözleşmesi
Musul Sorunu
Yabancı Okullar sorunu
Balkan Antantı
Sadabat Paktı
İkinci Dünya Savaşı Dönemi Türk Dış Politikası (1939-1945)
Soğuk Savaş Dönemi Türk Dış Politikası (1945-1990)
Küresel ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler
Türkiye-Yunanistan İlişkileri
6-7 Eylül Olayları
Küba Füze Krizi
Johnson Mektubu
Kıbrıs Sorunu
SSCB'yle İlişkiler
ABD ve NATO'yla İlişkiler
Orta Doğu'yla İlişkiler
Avrupa'yla İlişkiler (AET)
Küreselleşme Çerçevesinde Türk Dış Politikası (1990-2001)
Küresel ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler
Rusya'yla İlişkiler
ABD ve NATO'yla İlişkiler
Orta Doğu'yla İlişkiler
Avrupa Birliğiyle İlişkiler
Afrika'yla İlişkiler
1998 Afrika Açılım Eylem Planı
AKP Dönemi Türk Dış Politikası (2001- )
Küresel ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler
Rusya'yla İlişkiler
ABD ve NATO'yla İlişkiler
Orta Doğu'yla İlişkiler
Avrupa Birliğiyle İlişkiler
Afrika'yla İlişkiler
Toplumsal Hareketler
Bergama Köylü Hareketi
Kaz Dağları Hareketi
Indignados (İspanya Protestosu)
Anti-Apartheid Hareketi
Zapatista ve Ogoni Hareketleri
Seattle 99
I.İntifada
II.İntifada
Uluslararası Göç
Mübadeleler
Türk-Yunan Mübadelesi
Savaşın Getirdiği Büyük Göçler
Kırım-kafkas Göçleri
Suriye Göçü
Bayrak
Avrupa Birliği
Avrupa Birliği'nin Entegrasyonu
Schuman Planı
Paris Antlaşması(1951)
Avrupa Savunma Topluluğu Antlaşması'nın Reddi (1954)
Roma Antlaşması (1957)
Boş Sandalye Krizi (1965)
Lüksemburg Uzlaşması (1966)
Avrupa Tek Senedi (1986)
Maastrict Antlaşması (1992)
Amsterdam Antlaşması (1997)
Nice Antlaşması (2001)
Avrupa Birliği Anayasası (2003)
Lizbon Antlaşması (2009)
Avrupa Birliği Genişleme Süreci
Avrupa Birliği Kurumları
Avrupa Parlamentosu
Avrupa Komisyonu
Avrupa Birliği Zirvesi
Konsey ("Bakanlar Konseyi" ya da "AB Konseyi")
Avrupa Birliği Adalet Divanı
Avrupa Sayıştayı
Avrupa Merkez Bankası
Diğer Kurum, Organ ve Ajanslar
Ekonomik ve Sosyal Komite
Bölgeler Komitesi
Avrupa Yatırım Bankası
Avrupa Ombdusmanı
Avrupa Birliği Hukuku
Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası
Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası
PESCO
Avrupa Komşuluk Politikası
Avrupa Komşuluk Politikası’nın temelleri süregelen komşularla ilişkilere dayanmakla beraber ilk olarak 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde aday ülkelerin belirlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Gündem 2000 Belgesi’nde Komisyon, komşularla olan ilişkilerin işbirliği ve istikrarlı bir temele bağlanarak geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Aralık 2002’de gerçekleştirilen “Kopenhag Zirvesi’nde genişlemeden sonra artık Avrupa’da yeni bölünmelere yol açmaktansa istikrar ve refahı sürekli kılabilmek için Doğu’daki ve Akdeniz’in Güney’indeki komşularla ilişkilerin güçlendirilmesinin önemine işaret edilmiştir.” Birliğin genişlemeyle beraber, bütünleşme ve derinleşme sürecinin yoğunlaşması, Avrupa’da enerji açığının fazlalaşması, uluslararası ilişkilerde oluşan Soğuk Savaş sonrası dönemde farklı güvenlik tehdidi algılamaları bütünüyle Avrupa Komşuluk Politikası’nın gelişimine etki eden faktörler olmuştur. Dönemin AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi ‘Daha Geniş Avrupa’ temalı konuşmasında konuya dikkat çekmiştir. Bu gelişmeleri takiben 2003’te Javier Solana’nın hazırlamış olduğu ‘Daha İyi Bir Dünyada Güvenli Avrupa: Avrupa Stratejisi Belgesi’ kabul edilmiştir. Bu strateji belgesi komşularla ilişkilerin çerçevesini belirlemeye dikkat çekmiş ve akabinde 12 Mayıs 2004’te ‘Avrupa Komşuluk Politikası Strateji Belgesi’ yayımlanmıştır. Bu belge AB’nin komşularıyla olan ilişkilerinin sınırlarını, yöntemlerini, hangi aşamalarla ve ne şekilde geliştirileceğinin kurallarını belirleyen, aynı zamanda komşularla olan ilişkiler AB hukuku çerçevesine dahil eden komşuluk politikasının da bu niteliklerden dolayı temelini oluşturan belgedir.
Kaynakça
Sait Sönmez, Avrupa Birliği’nin Komşu Bölgelere Yönelik Siyasi Açılımı: Avrupa Komşuluk Politikası, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2010, C.7, S.14, s. 115
“Avrupa Komşuluk Politikası”, http://akademikperspektif.com/2013/08/24/avrupa-komsuluk-politikasi/, (05.12.2017)
Hakan Samur, Avrupa Komşuluk Politikası ve Amaçları, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış 2009, C. 8, S. 27, s.21.
Mukaddes Ayvaz, Avrupa Komşuluk Politikası, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisans Tezi), Kocaeli 2009, s.61.