1967 Savaşı:Altı Gün Savaşı

From TUİÇ Sözlük
Jump to navigation Jump to search

Altı Gün Savaşları, diğer bir adıyla 3. Arap- İsrail Savaşı ya da Haziran Savaşı, 1967 yılında Pan-Arabizm ülküsü güden Arap devletleriyle İsrail arasında gerçekleşmiş ve Arapların hezimete uğramasıyla sonuçlanmış bir savaştır.

Tarihsel Arka Plan

Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İngiltere, işgal ettiği eski Osmanlı topraklarından biri olan Filistin bölgesinde bir İsrail devleti kurmak amacında olduğunu belli etmişti. Yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile bölgede Yahudi etkinliğinin artmasına sebep olmuş bu da Arap-Yahudi sorununu ortaya çıkarmıştı. Bu çatışmayı kontrol altında tutmak için her ne kadar Filistin Mandasını kurmuş olsa da Birleşmiş Milletler’in bölgede Filistin ve İsrail olarak iki devletin kurulmasına karar vermesi üzerine 14 Mayıs 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesini kimse engelleyememiştir.

İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından ABD ve SSCB bu devletin bağımsızlığını tanımış, fakat bölgede bir Yahudi devleti istemeyen ve İsrail Devleti’nin kurulmasını bölgenin güvenliği için tehlikeli bir durum olarak yorumlayan Arap devletleri, bölgenin güvenliğinden sorumlu oldukları gerekçesiyle İsrail’e savaş açmıştır. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’ın bu hamlesine karşılık dönemin büyük güçleri sessiz kalmamış; ABD bu ülkelere silah ambargosu uygularken SSCB ise İsrail’e silah desteği sağlayarak bu savaşta saflarını belli etmişlerdir. Ürdün Kralı’nın İsrail ile ateşkes yapmasıyla sonlanan bu kuruluş savaşı İsrail Devleti’nin topraklarını genişletmesini sağlamıştır.[1]

Cemal Abdülnasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti (günümüzde Mısır) Cumhurbaşkanı

1952 yılında Mısır’da darbe ile baş gelen Cemal Abdülnasır büyük bir pan-Arabist olarak Ortadoğu’da Batı emperyalizmine karşı tek önder olduğu iddiasıyla politikasında iki yol izlemiştir: İsrail’e karşı güçlenmek ve Mısır’ın kalkınmasını sağlamak. Mısır’ın kalkınmasını sağlamak amacıyla Batılı devletlerden istediği kredi Sovyet Bloğunda yer alan Çekoslovakya’dan İsrail’e karşı güçlenmek amacıyla aldığı silah desteği nedeniyle reddedilmiş, bu da Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmesine yol açmıştır. Batı Avrupa’nın petrol yolunun Nasır denetimi altına sokan bu adım Fransa ve İngiltere tarafından hoş karşılanmamış ve bu iki ülkenin Mısır’a saldırmasına, bunu da uluslararası kamuoyundan tepki görmemek amacıyla İsrail üzerinden yürütmelerine yol açmıştır. İsrail’in bir maşa olarak kullanıldığı bu 1956 İkinci Arap-İsrail Savaşı ya da Süveyş Bunalımı, bölgede Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün konuşlanmasına sebep olmuş, Nasır’ın imajını güçlendirmiş ve Sovyetler Birliği’nin etkisini arttırmasını sağlamıştır.

Altı Gün Savaşı

1960’lı yıllara gelindiğinde bölgedeki gerginlik hız kesmeden devam ediyordu. Arap devletleri, İsrail karşısında aldıkları yenilgiyi hazmedemiyor ve bu durumu tersine çevirmenin bir yolunu arıyorlardı. Özellikle Sovyetler Birliği tarafından silahlandırılan Nasır, konuyu bir prestij meselesi olarak görüyor ve bunun yanında, bu yenilginin intikamını alarak Mısır Devleti’nin Ortadoğu’da üstünlüğünü kanıtlamak istiyordu.[2] Ayrıca Nasır, Filistin’i Siyonist işgalcilerin elinden kurtarmayı amaçlıyordu. Ona göre bu ancak İsrail karşısında Arap devletlerinin birleşmesiyle mümkün olabilirdi.[3]

Arap devletleri, İsrail’i Batı emperyalizminin yayılmacı bir kolu olarak görüp er ya da geç toprak kazanmak amacıyla Arap devletlerine saldıracağını düşünürken İsrail de Sovyetler Birliğinin Arap devletlerine yaptığı silah yardımı sebebiyle endişeleniyordu. Bu durumu kızıştıran diğer bir olay ise 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne mensup gerillaların, Ürdün üzerinden geçerek İsrail’e saldırı gerçekleştirmesiydi. Suriye’de üslenen Filistinli gerillalar Ürdün topraklarından geçerek İsrail’e baskın düzenliyorlardı ve İsrail de bu baskınlara misilleme yapıyordu.[3] Suriye-Filistin sınırındaki çatışmaların kızışması üzerine Mısır, 1956’da yaşanan savaş sonucunda bölgeye yerleşen BM Barış Koruma Gücü’nü yardıma çağırarak bölgede olağanüstü hal ilan etti.

1966 yılında, iktidarı devirerek başa gelen ve İsrail’e karşı sert bir politika yürütülürken aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ilişkilerin ilerletilmesini isteyen Baas Partisi’nin sol kanadı, Mısır’ın bu hareketi üzerine Nasır’ın korkaklık yaparak savaştan kaçmakla suçladı. Bu arada Sovyetler tarafından, İsrail’in büyük çaplı bir askeri harekat hazırlığında olduğunu belirten yanlış istihbaratın da etkisiyle Nasır gücünü kanıtlamak adına Suriye’ye destek için Sina Yarımadası’na asker gönderdi. Ayrıca tüm BM güçlerinin bölgeden çekilmesi konusundaki talebini kabul ettirerek İsrail ve Mısır arasındaki kalkanı ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda 7 Kasım’da ise, Suriye ile Mısır arasında bir savunma antlaşması imzalandı ve sınırın iki yanından Mısır ve Suriye birlikleri birbirlerini kollamaya başladı.[4]

Bu gelişmeler üzerine İsrail, Kasım ayının ortalarından itibaren, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silâhlarla karşılık verilmeye başladı. Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile İsrail arasındaki hava muharebesinde İsrail uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler. Bu durum bilhassa Arap devletlerine yansımış, aralarındaki ilişki büyük oranda gerginleşmişti.

Savaşı başlatacak gelişme ise 22 Mayıs’ta gerçekleşti. Nasır 22 Mayıs’ta Tiran Boğazını İsrail gemilerine, 24 Mayıs’ta ise bütün deniz trafiğine kapattı. Savaşa doğru hızla yol alınırken halihazırda Vietnam ile başı dertte olan ABD ve Sovyetler Birliği harekete geçerek savaşı önlemeye çalıştılar. Ancak bu çabalar bir sonuç vermedi.[5] Ordusunun büyük bir kısmının Yemen’de olmasına rağmen böyle bir hamle yapan Nasır’dan güç alan Ürdün ve Irak, Mısır ile karşılıklı savunma anlaşması imzaladı.

Bu gelişmeleri bir savaş tehdidi olarak algılayan İsrail, ilk saldırının Araplar tarafından yapılmasını beklemek yerine 5 Haziran 1967 sabahı neredeyse sahip olduğu tüm hava kuvvetleri gücünü kullanarak Mısır hava kuvvetlerine ait tüm uçakları imha etti. Mısır’a yardıma gelen Suriye ve Ürdün hava kuvvetlerini de saf dışı bırakan İsrail, 9 Haziran’da jeopolitik açıdan önemli olan Golan Tepelerine saldırarak o bölgeyi de hakimiyetleri altına aldılar. Aynı gün, Süveyş Kanalı’na kadar gelmiş olan İsrail ile Mısır arasında bir ateşkes imzalanırken diğer yanda savaş devam etti. 11 Haziran tarihinde ise Ürdün’de Batı Şeria’yı İsrail’e bırakmış, Golan Tepelerini İsrail’e kaybeden Suriye ile de ateşkes imzalanmıştır.[3][4]

Taraflar arasındaki savaşı bitirmeye çalışan BM, harekete geçerek 22 Kasım 1967’de 242 Sayılı Kararı yayınlamıştır. Karar savaşla toprak kazanımının olamayacağını savunuyor ve İsrail’in Altı Gün Savaşları’nda kazandığı topraklardan çekilmesiyle oluşturulacak kalıcı bir barış ortamını sağlamaya çalışıyordu. Karar Mısır, Ürdün ve İsrail tarafından kabul edilse de yayınlanan kanunların ucunun açıklığı sebebiyle Suriye ve Filistin tarafından kabul edilmemiştir.[3]

Sonuç

Altı gün içerisinde tüm Arap devletlerinin İsrail tarafından bozguna uğratılması Arap devletleri için yıkıcı olmuş ve pan-Arabizm ülküsünün sonunu getirmiştir. Bu sebeple, Arap Birliği’ni savunan Nasır’ın bölgedeki imajı sarsılmış ve Mısır yönetimi zarar görmüştür. Bunun yanında, İsrail’e destek vermiş olan ABD’ye karşı Ortadoğu’nun tavrı değişmiş, Sovyetler Birliği’ne daha yakın bir çizgide ilerlemeye başlamışlardır. Savaş sürecinde Arap devletlerine silah yardımı sağlayan Sovyetler Birliği ise bunu fırsat bilerek bölgede nüfuzunu arttırmış, askeri birliklerin eğitimini kendisi üstlenmiştir. Son olarak, İsrail tarafından işgal edilen yerlerde bulunan Arap nüfusu, İsrail için, günümüze kadar gelen bir mülteci ve kimlik sorunu oluşturmuştur.


Hazırlayan: Gaye SOLMAZ


  1. Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1801.
  2. Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1805.
  3. 3,0 3,1 3,2 3,3 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Agora Kitaplığı, İstanbul, 2015), s. 374-380.
  4. 4,0 4,1 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, (İmge Kitabevi, Ankara, 2019), s. 594-598.
  5. Yağmur Ekim Yılmaz, Altı Gün Savaşları, Anka Enstitüsü, 2017.http://ankaenstitusu.com/alti-gun-savaslari/