Liberalizm

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Liberalizm'in savunduğu bazı değerlerin düşünsel kaynakları, Antik Yunan ve Helen düşünce geleneğine kadar gerilere gider. Ancak Liberalizm'in esas olarak modern dünyada gelişen bir ideolojidir. Liberalizm, bir ideoloji olarak özellikle İngiltere ve ABD’de düşünce geleneğinde etkili olmuştur. Liberal fikirler, Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun bir sonucu olarak ortaya çıktı. Büyüyen piyasa ile daha geniş tercih ve sosyal imkanlar elde eden insanlar, kim için çalışacağına karar verebilir hale geldi. Batı ülkelerinde sanayileşme yayıldıkça liberal fikirler zafer kazanmıştır. Liberaller, sanayileşmiş ve piyasa çerçevesinde işleyen, yönetim müdahalesinden "bağımsız" bir ekonomik düzeni savundular. Liberalizm, akılcılığın insan refahını en üst düzeye çıkarmaya çalışacağına inanır, çünkü rasyonalite insan refahına öncelik verir ve minimum devlet anlayışıyla insan özgürlüklerini savunur. [1] Liberalizm'in ilk büyük düşünürü 17. yüzyıl sonlarında eser vermiş olan İngiliz filozofu John Locke’dur. On yedinci yüzyıldan başlayarak liberal düşüncenin gelişmesine katkıda bulunan bazı isimler Adam Smith, John Locke, Immanuel Kant, Charles-Louis de Secondat Montesquieu, Alexis Tocqeuveille, Jeremy Bentham ve John Stuart Mill gibi düşünürlerdir. Yirminci yüzyılda liberal düşünce adına ön plana çıkan bazı isimler ise Friedrich August von Hayek, Robert Nozick, Ludwig von Misses gibi düşünürler olmuştur.

Liberalizm içinde gelişen üç ana akımdan söz edebilebilir. Bunlardan birincisi ve Liberalizm'in ana çerçevesini oluşturan "Klasik Liberalizm"dir. On yedinci yüzyılda ortaya çıkan Klasik Liberalizm; temel insan hakları, sınırlı devlet, hukukun üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi gibi değerleri savunmaktadır. Klasik Liberalizm'in önemli iki fikir babası John Locke ile Adam Smith'tir. Locke, siyasi liberalizm öğretisini geliştirirken, Smith iktisadi liberalizm düşüncesini geliştirmiştir. Liberalizm içinde gelişen ikinci akım, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren gelişmiş olan "Sosyal Liberalizm" düşüncesidir. Sivil ve siyasal hakları, katılımı ve eşitlik düşüncesini savunan bu anlayış; Klasik Liberalizm'in aksine devlete belli alanlarda yükümlülükler yükler. John Stuart Mill ve Thomas H.Green gibi düşünürler bu düşüncenin önemli isimlerindedir. Liberalizm içinde gelişen üçüncü anlayış ve yirminci yüzyılda gelişen 'Liberteryen' düşüncedir. Hans-Hermann Hoppe, Robert Nozick ve Ayn Rand gibi düşünürler tarafından geliştirilen bu anlayış, devleti bir gece bekçisi gibi düşünmekte ve devleti sosyal, ekonomik, siyasal yaşamın her alanından çekmeyi savunmaktadır. Liberteryen anlayışa göre alt yapı, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi faaliyet alanları dahil olmak üzere güvenlik ve adalet dışındaki tüm hizmetleri toplumun kendisine bırakmak gerekir. [2]

Liberaller fırsat eşitliği inancına sahiptir; her bireyin toplumda yükselişi ve düşüşüyle ilgili eşit şansı olmalıdır. Her insan farklı yetenek ve becerileri vardır ve bazıları, diğerlerinden çok daha fazla çalışmaya hazırdır. Bu arzunun ödüllendirilmesi gerektiğine inanırlar. Bir liberal için eşitlik, bireylerin sahip oldukları eşit olmayan beceri ve yetenekleri geliştirmek için eşit fırsata sahip olmaları demektir. Liberalizm, devletler arasında işbirliğine odaklanır. Liberalizm demokratik hükümetlerin, ekonomik karşılıklı bağımlılığın, uluslararası hukukun ve örgütlerin devletler arasında işbirliğini mümkün kıldığını savunur. Kant, demokrasi ile yönetilen devletler arasındaki uluslararası sistemin sürdürülebilir barış sağladığını öne sürmektedir. Kant'a göre demokratik devletler birbirleriyle savaşa girmezler. Aralarında bir anlaşmazlık olabilir, ancak çatışmaya girmeden bu anlaşmazlığı çözebilirler. Demokrasi Barış Teorisi, demokrasinin barışı koruduğunu savunur. Çünkü demokrasilerde karar verme süresi uzundur; hükümet vatandaşlarına hesap vermek zorundadır. Demokratik devletlerde denetim ve denge sistemi vardır. Bu yüzden bu ülkelerde savaşa gitmek çok zor. Ayrıca, uluslararası ticaret ve ekonomik ilişkiler liberallere göre barışı korur. Yapılan ticaret, karşılıklı bağımlılığı mümkün kılar. Karşılıklı bağımlılık, toplumlar arasında daha barışçıl ilişkileri teşvik eder.

Liberalizm'in Temel Varsayımları

Liberalizm'in temel varsayımları aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır; [3]

1. Liberal bir perspektiften bakıldığında, uluslararası ilişkiler yalnızca devlet-devlet ilişkileri ile ilgili değildir; ulus-ötesi ilişkilerle ilgilidir. Bu farklı ülkelerdeki insanlar, gruplar ve örgütler arasındaki ilişkileri ifade etmektedir. Topluma, devlete ve birçok farklı aktöre yapılan bu vurgu nedeniyle, Liberalizm'e "çoğulculuk" da denir. Realizm'in aksine Liberalizm'de devletler, dünya siyasetindeki tek önemli aktör değildir. Devlet dışı aktörler, göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

2. Liberaller için devlet üniter bir aktör değildir. Devlet; bireysel bürokrasiler, çıkar grupları ve dış politikayı etkilemeye çalışan bireylerden oluşur. Bu aktörler arasında rekabet, koalisyon, çatışma ve uzlaşma olabilir. Oluşturulan dış politika bu taraflar arasındaki rekabetin bir ürünü olarak çıkar ve her biri ayrı bir görüşe sahip olabilmektedir.

3.Devletler rasyonel aktörler olmayabilir. Belirli bir politika, bürokratik iktidara veya belli grupların prestijine hizmet ettiği için önerilebilir.

4. Uluslararası siyaset gündeminin ağırlıklı olarak askeri-güvenlik konularında egemen olduğu fikrini reddetmektedirler. Onlara göre uluslararası siyasetin gündemi kapsamlı ve çeşitlidir, ekonomik ve sosyal konular genellikle dış politika tartışmalarının ön saflarında yer almaktadır. Enerji, doğal kaynaklar, çevre, kirlilik sorunları, güvenlik ve bölgesel rekabet gibi sorular kadar önemlidir. Böylelikle Realizm tarafından yapılan alçak ve yüksek politika ayrımını reddetmektedirler.

5. Uluslararası sistem Realizm'in iddia ettiği şekilde anarşik değildir. Normlar ve kurallar ile devletler arasında işbirliği mümkündür.

Liberalizm’in Unsurları

Liberalizm'in ana unsurları şu şekilde tanımlanmaktadır; (Andrew Heywood, "Siyaset" kitabından alıntılanmıştır.)

1. Bireycilik: Bireyleri öncelikle kendilerine has özellikler ve sahip oldukları nitelikler açısından tanımlar. Liberaller, insan doğasına ilişkin daha iyimser bir görüş benimsemişler. Her bir kişinin kendi potansiyelini tam olarak geliştirme yeteneğine sahip olduğu bir toplumu yaratma arzusu etrafında birleşirler. Liberalizmin amacı, bireyin yetenekleri ölçüsünde yapabileceğinin en iyisini yaparak tanımladığı “iyi” doğrultusunda ilerleyebileceği bir toplum inşa etmektir.

2. Özgürlük: Bireye olan inançtan ve herkesin kendi seçtiği veya zevk aldığı şekilde davranmasını sağlama arzusundan kaynaklanır. Ancak liberaller, bir bireyin özgürlüğünün diğerlerinin özgürlüğünü tehdit edebileceğini ve özgürlüğün bir kural ihlali olabileceğini akılda tutarak "yasal özgürlüğü" savunurlar. İlk dönem liberaller için özgürlük doğal bir haktı; bir insanın varlığını sürdürmek gerekli bir zorunluluktu. Ek olarak, özgürlük bireylere seçim yoluyla kendi çıkarlarını takip etme fırsatı verir: nerede yaşayacakları, kimin için çalışacakları, ne satın alacakları vb. Liberaller daha sonra özgürlüğü, insanların becerilerini ve yeteneklerini geliştirebilecekleri ve potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri tek koşul olarak gördü. İbadet özgürlüğü, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi fikirlerin tümü liberalizmden türetilmiştir.

3 Akıl: Aydınlanma döneminin bir sonucu olan liberalizm, akla olan inanca sıkı sıkıya bağlıdır. Dünyanın rasyonel bir yapısı olduğuna ve insan aklı ve eleştirel inceleme yoluyla keşfedilebileceğine inanır. Liberaller, bireylerin kendi adlarına en makul kararları verebileceklerini ve çoğu durumda çıkarlarının ne olduğunu değerlendirebileceklerini söylemektedir.

4 Eşitlik: Liberaller, tüm bireylerin "eşit doğdukları"na inanır. Bu eşitlik, özellikle de hukuki eşitlikte (kanun önünde eşitlik) ve siyasi eşitlikte (bir kişi bir oy, bir oy bir değer) belirginleşir. Ancak bireyler aynı düzeyde yetenek ve çalışma isteğine sahip olmadığından, liberaller sosyal eşitliği veya gelir eşitliğini desteklemez. Bunun yerine, tüm bireylere eşit olmayan potansiyellerini gerçekleştirmeleri için eşit şans veren fırsat eşitliğini savunurlar.

5 Hoşgörü: Liberaller hoşgörünün hem bireysel özgürlüğün hem de sosyal zenginleşmenin garantisi olduğuna inanırlar. Ahlaki, kültürel ve politik çeşitlilik şeklindeki çoğulculuğun olumlu ve sağlıklı olduğuna, tüm inanç ve fikirlerin entelektüel gelişimi desteklediğine inanırlar.

6 Rıza: Liberal yaklaşımda otorite ve sosyal ilişkiler her zaman rıza ve gönüllü anlaşmaya dayanır. Bu nedenle, yönetim "yönetilenlerin rızasına" dayanmalıdır. Bu doktrin, liberalleri demokrasiyi savunmaya teşvik eder.

7 Anayasacılık: Liberaller sınırlı yönetime inanırlar. Bu hedefe, yönetim gücünü bölerek, çeşitli yönetim kurumları arasında bir denge ve kontrol oluşturarak, devlet ile birey arasındaki ilişkileri tanımlayan bir haklar bildirgesini içeren "yazılı" bir anayasa oluşturarak ulaşılabilir.

Klasik Liberalizm

Klasik liberalizm, liberal geleneğin ilk dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Klasik liberal fikirler, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde gelişmeye başlamış ve 19. yüzyılda sanayileşme sürecinde yüksek bir düzeye ulaştı. Bu nedenle, Birleşik Krallık, kapitalist ve endüstriyel devrimlerin en ileri seviyelere ulaştığı ülke olarak Klasik liberalizmin merkezidir. Klasik liberalizm, başlangıcından beri, zamanının büyük siyasi olaylarıyla yakından ve yoğun bir şekilde bağlantılı olmuştur. 17. yüzyıl İngiltere'sinde mutlak monarşiye karşı parlamento mücadelelerinden doğmuş olarak, 19. yüzyılın ilk 70 yılında Avrupa'da ekonomik liberalleşme hareketi kadar hem Amerikan hem de Fransız devrimlerine ilham kaynağı oldu. [4]

Klasik liberaller bireycilik tanımının üzerinde dururlar. Klasik liberaller insanoğlunu, kendi ayakları üzerinde durabilme kapasitesi çok yüksek ve rasyonel olarak bencil çıkarlarının peşinde koşan yaratıklar olarak görmüşlerdir. Diğer yandan, klasik liberaller negatif özgürlüğe inanırlar. Birey, başkalarının baskısı veya müdahalesi olmaksızın yalnız kaldığı sürece özgürdür. Üçüncü olarak, liberallere göre devlet, "zorunlu bir kötü"dür. Devlet gereklidir, çünkü en azından düzenin varlığı için gerekli koşulların temelini oluşturur; aynı zamanda kötüdür çünkü topluma kolektif bir irade empoze eder ve bireyin sorumluluklarını ve özgürlüğünü sınırlar. Sonuçta klasik liberaller, “gece bekçisi” gibi çalışan minimal bir devleti onaylarlar. Bu bakış açısına göre, devletin yükleneceği en iyi rol, toplumu dışarıdan gelen saldırılara karşı korumakla beraber, ülke içi düzenin sağlanıp muhafaza edilmesi ve sözleşmelere uyulması için zor kullanmayla sınırlıdır. Bu bakış açısına göre, devletin en iyi rolü, toplumu dış saldırılardan korurken, ülke içi düzeni sürdürülmesi ve sözleşmelere uyması için güç kullanmakla sınırlıdır. Liberallere göre ekonominin işleyişinde bir doğal düzen söz konusudur. Bu yüzden bu doğal düzene devlet müdahale etmemeli ya da az müdahalede bulunmalıdır. Bu konuda, Adam Smith de ekonomi de doğal bir düzen olduğu savunuş ve bunu “görünmez el(invisible hand)” olarak adlandırmıştır. Ekonomik sistem olarak ise “Piyasa Ekonomisi”ni savunurlar. Piyasa ekonomisi; özel mülkiyet, miras, müteahhitlik, taahhüt ve seçim özgürlüğünün korunduğu ve devletin fiyat işleme mekanizmasına minimum düzeyde müdahale ettiği rekabetçi, kar temelli bir ekonomik sistem modelidir. [5]

Modern kapitalizm ile gelen toplumsal sıkıntıların artması ile fakirlik, gecekondulaşma, çalışma koşulları, bazı kesimlerdeki servet artışı gibi konularla ilgilenmeye başladılar. [6] Klasik Liberalizm bünyesindeki minimal devlet, sivil toplumun eşitsizliklerini ve adaletsizliklerini gidermekte kesinlikle yeterli değildi. Yurttaşlarının hayatlarına devletin müdahalesi mümkün olduğunca azaltılması gerektiğini savunan Klasik Liberalizm’in aksine; Modern Liberalizm yönetimin, sağlık, konut, ödenek, eğitim gibi hizmetlerin verilmesinden; aynı şekilde ekonominin düzenlemesinden sorumlu olması gerektiğine inanırlar.

Demokratik Barış Teorisi

Uluslararası İlişkiler disiplininde ana akım kuramlar olarak Realizm ve Liberalizm'in bulunmasına karşın disiplini zenginleştiren ve farklı bakış açıları sunan kuramlar da 1980'ler sonrası süreçte gelişmeye başlamıştır. Bunlardan biri de "Demokratik Barış Teorisi (Democratic Peace Theory)" dir. Bu kuram Immanel Kant’ın "Ebedi Barış" (Perpetual Peace) çalışması ile gelişmiş ve literatürdeki yerini almıştır. Kant bu eserinde, demokratik rejimlerin birbiriyle savaşmayacağını ve liberal rejimlerin daha barışçıl olduğunu savunmuştur. Ona göre, savaşları sonlandırma gücü demokratik rejimlerden ve bunların yaygınlaşmasında mevcuttur. Demokratik rejimlerde halkın görüşleri önemlidir ve yönetimde söz sahibi olurlar. Bu durumda toplum ekonomik, sosyal ve siyasi refahı için savaştan uzak durmayı seçecektir. Diğer türlü, yalnızca küçük bir grubun veya bir kişinin elinde toplanan güç, kişisel karar almanın önünü açıp savaşa yatkınlığı arttırmaktadır. Kurama göre demokratik rejimler diğer rejimlere kıyasla daha barışçıl nitelikte ve uzlaşma yolu ile sorun çözme eğilimindedir. Ancak kuramın buradaki önemli vurgusu demokratik rejimlerin birbirleriyle savaşmayacağıdır. Bu ise demokratik rejimlerin, demokratik olmayan rejimlerle de savaşmayacağı anlamını taşımamakta ve böylesi çatışmaların yaşanabileceğidir.

Demokratik Barış Teorisi liberal anlayışını bir uzantısı niteliğindedir. Ortaya koyduğu yaklaşımların yanı sıra farklı noktalarda eleştirilere de tabi olmaktadır. Bu eleştiriler şu şekilde sınıflandırılabilir; [7]

1. Savaşı önleyen temel etken demokratik rejimler değil, devletlerin uluslararası örgütlerle olan bağlantısıdır. Bu şekilde kurulan ulus-ötesi bağlantılar ile ülkeler arasında dostane ilişkiler kurulur. Ancak, tabi ki, bu noktada demokratik rejimler ulus-ötesi işbirlikleri kurmaya daha yatkındır.

2. Küreselleşen dünya ile ülkeler arasında coğrafi uzaklıklar kısalmış ve insanlar arasındaki etkileşim artmıştır.

3. Müttefiklik bağları savaşları engellemiştir.

4. Ekonomik refah ve siyasal istikrar nedeniyle demokratik ülkeler savaşmazlar.

5. Demokratik Barış Teorisi'nde "demokrasi" kavramının net bir tanımı yapılamamaktadır. Demokrasi tanımı net şekilde yapılsa bile, demokrasi ve barış arasında nedensel bir ilişki kurulması için yeterli veri yoktur.

6. Kuramın vurguladığı savaş kavramının tanımı net değildir. Demokratik ülkelerde de iç savaşlar ve isyanlar, terör olayları yaşanabilmektedir. Ayrıca demokratik ülkeler de zaman zaman birbirleriyle örtülü (proxy war) ya da soğuk savaş (cold war) şeklinde ilişkiler içerisine girebilirler.

Kurama katkı yapan bir diğer kişi ise Michael Doyle'dur. Doyle, demokratik rejimler arasında savaş olmamasını 3 temel sebep ile açıklamıştır;

1. Demokratik rejimlerin sahip olduğu anayasa, kanunlar ve bu kanunların güçler ayrılığı ilkesi ile gücü sınırlandırması,

2. BM gibi uluslararası örgütlerin benimsediği kanunlar (Uluslararası hukuk ve kurumların gelişmesi ve iç hukuk düzenlerinin de buna uygun olarak düzenlenmesi),

3. Demokratik ülkeler arasındaki yaygın ekonomik, kültürel, ticari, sosyopolitik faaliyetler ve ortak çıkarların kurulmasıdır.

Entelektüel Öncüler ve Etkileri

John Locke

Adam Smith

John Stuart Mill

Jeremy Bentham

Hazırlayan: Selin Dikmen


  1. Lerna K. Yanık, "Liberalizm: Bir Yazın Değerlendirilmesi", (Uluslararası İlişkiler Dergisi, 2015)
  2. Andrew Heywood, "Siyaset", çev: Bekir Berat Özipek, Bahattin Seçilmişoğlu, Atilla Yayla, Hasan Yücel Başdemir, (Ankara: Adres Yayınları, 2017)
  3. P.R Viotti & M.V Kauppi, "Uluslararası İlişkiler Teorisi", Çev: Metin Aksoy, (Nobel Yayıncılık, 2016)
  4. David Conway, "Klasik Realizm", çev: Atilla Yayla, (Liberal Düşünce, 2011)
  5. Çoşkun Can Aktan, "Klasik Realizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm", (Ankara: Amme İdaresi Dergisi, 1995)
  6. Andrew Heywood, "Siyasi İdeolojiler", çev: Ahmet K. Bayram, Özgür Tüfekçi, Hüsamettin İnaç, Şeyma Akın, Buğra Kalkan, (Ankara: Adres Yayınları, 2013)
  7. O. Örmeci, "Demokratik Barış Teorisi", (Uluslararası Politika Akademisi, 2016)