Zirve Diplomasisi

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Çok taraflı diplomasinin zirvede, diğer bir deyişle, devlet ve hükümet başkanları düzeyinde cereyan etmesidir. Zirve diplomasisinin geçmişi Ortaçağ'a kadar dayanır. O zamanlar ülkeler, mutlak hükümdarlarının özel mülkleri gibiydi. Ayrıca, ülkelerarası ilişkiler çoğunlukla komşular arasında cereyan ettiğinden, hükümdarların kişisel görüşmeleri çok daha kolaylıkla düzenlenebiliyordu. Ancak, daha sonraları modern ulus devletlerin gelişmesi ve mukim büyükelçilik uygulamasının yaygınlaşmasıyla bu tür "zirve" buluşmaları seyrekleşti. 19. yüzyılda, Avrupa Konseri döneminde, çok taraflı zirve diplomasisi kısa bir süre tekrar hayata geçti ise de, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar yaygın bir yöntem haline gelmedi. Birinci Dünya Savaşı'nın profesyonel diplomasiyi gözden düşürmesi ve önemli kararların halkı temsil edenler tarafından alınması gerektiği kanısının yerleşmesiyle, bu tür diplomasi 1919 Paris Konferansı'nda tekrar doğdu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da, Batılı galipler arasında Churchill tarafından teşvik edilen zirve diplomasisi, bir yandan çok taraflı diplomasinin gelişmesi, diğer taraftan Soğuk Savaş'ın yarattığı endişeler nedeniyle yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı. Esasen "zirve" terimini de ilk defa Churchill, 1950 şubat ayındaki bir konuşmasında kullanmış "Doğu-Batı gerginliklerini hafifletmek için zirve görüşmelerinden" söz etmiştir. O dönemde, nükleer savaş tehlikesini yaşayan dünyada, dış politika diplomatlara bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olarak görülmekteydi. Zirve toplantıları, dekolonizasyon sonrası yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin etkin diplomatik servislerinin bulunmaması nedeniyle, dış politikalarını doğrudan devlet başkanları arasında yürütmeye başlamalarıyla süratle artış gösterdi. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, politikacılar, halk ve medya artık devlet ve hükümet başkanlarının herhangi bir şekil ve ortamda bir araya gelmesini "zirve toplantısı", "zirve buluşması", "zirve diplomasisi" olarak tanımlamaktaydı. Doğal olarak, zirve diplomasisinin tekrar yaygınlaşmaya başlaması profesyonel diplomatların memnuniyetsizliğine neden olmaktadır. Meslekten diplomat çevrelerinin sözkonusu uygulamaya yönelttikleri başlıca eleştiri noktaları şu şekilde sıralanabilir: Her şeyden önce devlet ve hükümet başkanları ülkelerinin en üst yetkilileri olduğu için önemli politika konularında "temyize gitme" imkânı yoktur; ikincisi, bu kişiler genellikle politikaların ayrıntılarından habersizdir; üçüncüsü, rahatlıkla boş gurura kapılabilirler; dördüncüsü, aynı ailenin mensubu gibi gördükleri diğer devlet ve hükümet başkanlarının taleplerine karşı gereğinden fazla açıktırlar; nihayet beşinci olarak, siyasetin gereği içinde yaşadıkları propaganda ortamından fazlaca etkilenirler. Bu nedenlerle, zirvelerde devlet başkanları ulusal çıkarlarıyla ilgisi olmayan anlaşmalar yapabilirler. Bazen, ayrıntılar hakkındaki bilgisizlikleri nedeniyle veya zaman darlığı yüzünden, aslında yararlı olabilecek anlaşmalara varma fırsatını da kaçırabilirler. Zirvelerde liderler arasındaki kişisel sempati veya antipatilerin diplomatik başarısızlıklara neden olduğu çok görülmüştür. Devlet başkanları bazen kendilerini içinde bulundukları anın havasına kaptırabilirler veya hasta oldukları için yanlış kararlar verebilirler. Aslında, zirve diplomasisinin birçok eleştirilebilecek yönü olmakla beraber, bütün zirve toplantılarını da aynı kefeye koymamak gerekir. Bu toplantıları başlıca üç kategoride toplamak mümkündür: düzenli zirveler, ad hoc zirveler, yüksek düzey "görüş değişimleri". Düzenli zirveler, diplomasinin başlıca işlevi olan müzakerelere en uygun türdeki toplantılardır. En fazla birer yıl aralıklarla yapılan ve en az iki veya üç gün süren zirvelerden müzakereler -ve sonuçlar- beklenebilir. Sık ve düzenli toplantılar, devlet ve hükümet başkanlarını uluslararası gerçekler konusunda eğitir, mahçup duruma düşmemek için derslerini çalışmaya mecbur eder. Zirvelerde "paket" çözümlere ulaşmak daha kolaydır. Ad hoc zirveler genellikle belirli bir sorunu çözmek veya diplomatik momentum yaratmak için toplanır. 1978 Camp David toplantıları bunun bir örneğidir. Sözkonusu zirve iki haftaya yakın sürmüş ve yoğun müzakerelere sahne olmuştu. Aslında bu tür zirvelerin çoğu gerçek müzakere amacından çok kamuoyu için çarpıcı ve "çığır açıcı" sembolik olaylar olarak düzenlenir. Ad hoc zirvelere diğer bir örnek, önemli bir devlet adamının ölümünde düzenlenen resmi cenaze merasimleridir. Bu vesileler, devlet ve hükümet başkanlarının ve refakatlerindeki yüksek düzeyli heyetlerin gayrıresmi bir şekilde siyasi temaslarda bulunmalarına ve bu arada dostlukların teyidine, diplomatik mesajların verilmesine imkan verir. Yüksek düzey "görüş değişimleri" devlet ve hükümet başkanlarının ikili resmi ziyaretlerindeki temaslarının diğer adıdır ve son derece yaygın bir uygulamadır. Genellikle göreve yeni gelen her devlet ve hükümet başkanı bu tür "zirve" turlarına çıkmanın cazibesinden kendisini kurtaramaz. Bu tür ziyaretler yeni lider için bir tür eğitim olanağı sağladığı gibi, gidilen ülkelerle dostane ilişkilerin, geliştirilmesi fırsatını yaratır. Bu temaslar ciddi müzakerelerin yürütülmesi için uygun değilse de, sürmekte olan görüşmeler varsa bunlara hız vermek veya tıkanıklıkları açmak için yararlı olabilir. [1]


  1. İSKİT Temel, Diplomasi Tarihi, Teorisi, Kurumları ve Uygulaması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.212