Sigmund Freud

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Lua hatası: Dahili hata: Mesajın kodu çözülemedi.

Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud (6 Mayıs 1856-23 Eylül 1939) şimdilerde Çek Devleti sınırlarındaki Freiberg’de yer alan Moravia’da doğmuştur. Doğum tarihi ise ihtilaflı bir konu olarak 6 Mart ya da 6 Mayıs olduğu düşünülmekte olsa da resmi kayıtlarda 6 Mayıs 1856 olarak geçmektedir. [1] Yahudi bir ailede büyüyen Freud’un babası oldukça açık görüşlü biri olarak tasvir edilmekte hatta Freud babasına ateist olduğunu açıkladığında bu duruma saygı gösterdiği bilinmektedir. Dört yaşında taşındıkları Viyana’da ise hayatının büyük bir kısmını geçirmiş ve yıllarca Viyana’dan çıkmamış olmasına rağmen 1938 yılında Hitler’in Avustralya’yı işgal etmesi üzerine Viyana’yı terk ederek Londra’ya yerleşmiş ve orada da ölmüştür.


Yaşamı ve Düşünceleri

Küçük yaşlarından beri ailesi tarafından gelecekte başarılı biri olacağı düşünülen Sigmund Freud, sadece lisede Latince, Fransızca ve İngilizce gibi dillere ek olarak İbranice, İspanyolca ve İtalyanca da öğrenmesi ile ailesinin tahminlerini doğru çıkararak başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdi. Lisenin ardından hem Goethe’nin eserlerinden etkilenmesiyle hem de Yahudilerin o dönemde tıp ve hukuk alanlarında çalışabilmesi nedeniyle bilime meraklı olan Freud tıp okumaya karar vererek 1881 yılında Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.[2] Ailenin en gözde çocuğu olarak ise üniversiteye gittiği sıralarda diğer kardeşleri tek bir odayı paylaşırken ona kendisine ait bir oda tahsis edilmiş idi.[3]

Üniversiteden mezun olduktan sonra fizyolojist olan hocası Brücke’nin laboratuvarında anatomopoloji ve insan sinir sistemi üzerine araştırmalar gerçekleştiren Freud sonrasında ise Viyana Genel Hastanesi’nde doktorluk yapmaya başladı. 3 yıl sonra kazandığı burs ile sinir hastalıkları üzerine staj yapmak ve ünlü bir nörolog olan Jean-Martin Charcot ile çalışmak üzere Paris’e gitti. Charcot, dönemin çözülemeyen hastalığı histeri üzerine çalışmalar yapıyor ve hipnoz ile hastalarını tedavi ediyordu. Bu çözüm Freud’un oldukça ilgisini çekti ve Charcot ile yaşadığı deneyim onun klinik kariyerinin başlangıcı sayıldı. 1886 yılında Paris’ten ayrılıp Berlin’e gittiğinde ise çocuk nöropatolojisi ile ilgilendi ve daha sonra Viyana’ya dönerek özel hekimliğe başladı. Aynı yıl içinde de dört yıldır nişanlı olduğu Martha Bernays ile evlendi ve çiftin üç kız, üç erkek olmak üzere altı çocukları dünyaya geldi. En küçük kızları olan Anna ise yıllar sonra babasının yolundan giderek seçkin bir çocuk psikanalizcisi ve psikanalitik hareketin lideri olacaktı.[4]

Viyana’daki kariyerinde ona gelen hastaların bir kısmı ‘’gerçek nörolojik’’ hastalıklara sahipken büyük bir kısmı ise fizyolojik bir temeli olmayan nevrozlardan (histeri vb.) şikayetçi idi. Freud’un bu dönemde hastalarına uyguladığı iki temel yöntemi vardı. İlki, gövdenin sorunlu bölgelerine hafif bir elektrik akımı uygulanması ile hafif bir elektrik akımının söz konusu olduğu Erb’in elektroterapisidir. İkincisi ise yatak istirahati, yalnızlık, beslenme, masaj ve elektroterapiden oluşan düzenli rejimin uygulandığı Weir Mitchell sistemidir. Fakat Freud bu iki yöntemin kısıtlılıklarını düşünmüş ve daha etkili tedaviler aramıştır. Bu yeni tedavi şekli ise duygusal boşaltım olarak adlandırılmıştır. Bu yöntemde hastalar hipnotize edilerek trans haline getiriliyor ve bu haldeyken de semptomlarının ilk ortaya çıktığı koşulları hatırlamaları isteniyordu. Hipnoz etkisinde bir anlamda eksik parçalar birleştiriliyor bu yöntem o yüzden -Sherlock Holmes gibi sırları çözme yolunda ipuçlarını kullanan dedektif rolüne bürünmek- Freud için olağanüstü bir deneyim sayılmıştır. Kendi hipnoz deneylerini yaptığı sıralarda ise bu yöntemin yetersiz olduğunu düşünmüştür. Çünkü her hasta hipnotize edilemiyor ve telkinle ortadan kaldırılan semptomlar da genellikle tekrar ortaya çıkıyordu. Freud, bu gibi durumlar nedeniyle hipnoz yöntemini bir kenara bırakarak serbest çağrışım yöntemini kullanmaya başlamıştır.[5]

1892-1898 yılları arasında histeri ve saplantılara dair birçok araştırma yapmış ve Breuer ile Histeri Üzerine İncelemeler adlı eseri yayınlamıştır. Tıp çevrelerinden gelen ağır eleştiriler ile birlikte 1896 yılında babasının ölümüyle kendi kendini çözümlemeye başlayan Freud, Breuer ile nevrozların cinsel açıdan açıklanması konusunda anlaşamadıkları için yolunu ayırmıştır. Breuer ile de arasının açılması üzerine Freud kendi teorisini, psikanalizi geliştirmeye başlamıştır.[6]

Freud için psikanaliz, nevrotik hastalıklar üzerindeki çalışmaları ve gözlemlerinden doğmuş olsa da kuramının esas kaynağı, kendi kendini analiz ile ‘’bilinçdışı’’ işleyişi keşfetmesidir. Kendi kendini analiz ederken kullandığı rüyaların çoğunu da Rüyaların Yorumu (1900) adlı kitabında yazmıştır. Buradaki analizleri sonucunda genellemelerde bulunarak Oedipus Kompleksini evrensel bir olgu olarak öne sürmüştür. Bu kompleks karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı olarak tanımlanmaktadır. Bu sayede cinsel çatışmaların açığa çıkartılmasıyla bebeklik ve çocukluktaki duygusal olaylara ışık tutmuş; rüyaları yorumlamak için yeni yöntemler geliştirmiş ve bilinçdışının çeşitli tezahürlerini kendi icat ettiği kavramlarla açıklamıştır. Böylece modern psikoterapinin öncüsü olan psikanaliz yöntemini geliştirmiştir.[7]

Psikanalitik Teori

Bu teoriden önce psikanaliz kavramına bakılması gereklidir. Psikanaliz, tedavinin genellikle konuşma yoluyla ilerlediği, hastalar için rahat bir ortam sağlanmış olan bir psikoterapi tekniğidir. Analizi yapan doktor, hastanın rahatsızlığıyla, bilinçdışında yatan ve hastalığa sebep olanlar arasında bir bağ kurmaya çalışır. Freud’a kadar olan süreç içinde bazı davranışlar, rahatsızlıklar ya da korkulara mantıklı ve bilinçli bir açıklama getirilemediği için beyinde var olan bazı bozuklukların sebep olduğu düşünülmekteydi. Fakat Freud, bunların var olan bilin. Anlayışıyla değil, teorisi için oldukça önemli bir kavram olan ‘’bilinçdışı’’ ile açıklanabileceğini ileri sürmüştür.[8]

Bilinç, Ön Bilinç ve Bilinç Dışı

Freud bir dizi çalışmasından sonra aklı üç kısma ayırmış ve bunları da bilinç, ön bilinç ve bilinçdışı şeklinde adlandırmıştır. Aklı buzdağı ile ilişkilendiren Freud onun topografik bir modelini oluşturmuştur. Buzdağının görünen kısmını bilinci, görünmeyen ama daha fazla yer kaplayan kısmını bilinçdışını, ikisi arasında kalan kısmını ise ön bilinç şeklinde simgelemek istemiştir.

Freud için bilinçte gerçek ile uyumlu ve mantıksal düşünceler, ön bilinçte hemen bilince çıkarılamayan ancak çağrışım ya da uyarıcı sayesinde ulaşılan yaşantılar, bilinçdışında ise farkına varılmayan hazlar ve fikirler bulunmaktadır. Bu bağlamda Freud’un daha çok bilinçdışına önem vermesi çünkü içinde diğerlerinden daha fazla şey barındıran ve insanların düşündüğünden daha fazla davranışa sebep olanın bilinçdışı olduğunu düşünmesinden kaynaklıdır.

Bu kavramsallaştırmaların ardından bir de ruh aygıtları adını verdiği id, ego ve süper ego kavramlarını ortaya atarak zihnin daha yapısal bir modelini oluşturmuştur. Ona göre bu üç yapı arasındaki çatışmalar ve bu çatışmalar arasındaki dengeyi bulma çalışması davranışlarımızı etkilemektedir. İd, yani alt benlik dediği daha ilkel olan ve temel fiziksel ihtiyaçların tatmin edilmesini isteyen dürtülerin yer aldığı bölümdür. Tamamen bilinçdışıdır. İd de Freud’un Eros ve Thanatos adını verdiği iki farklı içgüdü bulunmaktadır. Eros, hayatta kalma içgüdüsüdür ve bundan doğan enerji ‘’libido’’dur. Thanatos ise ölüm içgüdüsüdür ve saldırganlık ile şiddeti barındırmaktadır. Freud’a göre Eros, Thanatos’tan daha güçlü olduğundan insanlar yaşamlarını sürdürmeye devam etmektedir. Süper ego ise, üst benliktir. Toplum ideallerini, değer yargılarını ve kurallarını barındıran bölümdür. Durum ve olayları ahlak ve vicdan açısından değerlendirir. Son olarak ego, id ve süper ego arasında dengeyi sağlayan ve diğerlerine göre daha rasyonel ve pragmatik olandır.[9]

Psikanalizin temel amacı bilinçdışını kanıtlayıp, insana kendi benliğinin bile efendisi olmadığını göstermesidir. Freud temelinde dürtüler, bilinçdışı, çocukluğun cinsel yaşantısı ve bastırma dinamiklerinin bulunduğu bir zihinsel işleyip modeli önermiştir. Bu kuram sadece vaka gözlemleri üzerinden değil tıbbın fizyolojik, biyolojik ve anatomik birikiminden de hareketle kurulmuştur.[10]

Hem teori hem de kavramları tartışılarak günümüze kadar gelişmiş ve Freud’un arkasından gelenler ise teori üzerinde çalışmalar yapmışlardır.

Freud'un Din Anlayışı

Freud için din evrensel bir nevrozdur. İnsanların bu nevrozdan kurtulması için ise dinsiz bir eğitimden geçmeleri gereklidir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir toplumun meydana gelebileceğini düşünmektedir. Freud dinin kaynağı meselesinde iki tarz yaklaşım sergilemektedir. Birincisi, tarihi yaklaşım denilen bir yaklaşım tarzıdır. Bu açıdan Freud, A. Comte’un üç hal kanunundan etkilenmiş olduğu düşünülmektedir. Buna göre dinin kaynağı ilkel düşüncedir, totemizmdir. İnsanlar ilk çağlarda tabiat olayları karşısında korkmuşlar ve bunun karşısında bir kudrete ihtiyaç duyarak dinin ortaya çıkışını sağlamışlardır. İkinci bir yaklaşım ise çocukluktan itibaren insanın gelişim seyri içerisinde dinin ortaya çıkış sürecini izah tarzıdır. Bu yaklaşıma göre çocuk hayatın birtakım zorlukları karşısında ailesine özellikle de babasına sığınır. Ailesinin, babasının onu bu durumlar karşısında koruyacağına ve yardımcı olacağına inanır. Zaman içerisinde ise çocukta koruyucu bir baba imajı oluşmaktadır. Sonuç olarak Freud’a göre insanlar kendi hayallerinde uydurdukları bir tanrıya inanmak suretiyle bir yanılgı içindedirler. Temeli bu yanılgıya dayanan bir din inancı ve yaşayışı da bir yanılgı ve nevrozdur.[11]

Eserleri

  • Rüyaların Yorumu (1899)
  • Cinsellik Üzerine (1905)
  • Ruh Çözümlemesine Giriş Konferansları (1917)
  • Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901)
  • Ben ve O (1923)
  • Kültürdeki Huzursuzluk (1930)
  • Totem ve Tabu (1913)
  • Haz İlkesinin Ötesinde (1920)
  • Espriler ve Bilincdışı ile İlişkileri (1905)
  • Histeri Üzerine Çalışmalar (1895)
  • Bir Yanılsamanın Geleceği (1927)
  • Sevgi ve Cinsellik Üzerine (1963)


Hazırlayan: Gülce Çanka


  1. Doksat, K. & Önen, B. 2004. Yeni Symposium 42 (2): 60-71
  2. https://kidega.com/blog/psikanalizin-kurucusu-sigmund-freud
  3. Koska, E. ve Öztornacı, 2020: 180. B. Madde, Diyalektik Ve Toplum 3 (3).
  4. https://kidega.com/blog/psikanalizin-kurucusu-sigmund-freud
  5. Koska, E. ve Öztornacı, 2020: 181. B. Madde, Diyalektik Ve Toplum 3 (3).
  6. Koska, E. ve Öztornacı, 2020: 181. B. Madde, Diyalektik Ve Toplum 3 (3).
  7. Koska, E. ve Öztornacı, 2020: 181. B. Madde, Diyalektik Ve Toplum 3 (3)
  8. https://evrimagaci.org/psikanalitik-teori-nedir-9995
  9. https://evrimagaci.org/psikanalitik-teori-nedir-9995
  10. Freud, 1994 akt; Köybaşı, E. 2020: 192
  11. Şentürk, H. 2004: 224. Dini Araştırmalar, 7 (19): 221-229