Holokost

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Nazi hükümetince 1941-45 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımda içlerinde kadın, çocuk, engelli, eşcinsel, akıl hastasının da bulunduğu 6 milyondan fazla insan Nazi hükümetinin tamamen işlevsel olarak kurduğu kamplarda imha edilmiştir. Holocaust (Holokost) sözcüğü, Yunanca “bütün” anlamına gelen “holos” ve yanık anlamına gelen “kaustos”tan türemiştir[1] ve “ateş başında kurban etme[2]” anlamına gelir. Ayrıca İbranice felekat anlamına gelen Ha Şoa (השואה) sözcüğü ile Yahudilerce felaket olarak adlandırılmaktadır. Holokost 1941-45 yılları arasında, Nazi rejimi ve işbirlikçileri tarafından sistemli, bürokratik yollarla, malî açıdan ülke eli ile desteklenecek şekilde yaklaşık altı milyon Yahudi'nin hapsedilmesi ve öldürülmesi olayıdır. Almanya'da Ocak 1933'te iktidara gelen Naziler, Almanların “ırksal anlamda üstün” olduğuna inanmaktaydı ve “aşağılık” olarak kabul edilen Yahudileri, Alman ırkı toplumuna karşı yabancı bir tehdit olarak görmekteydi. Bunun sonucu başta Yahudiler olmak üzere Slavlar, Romanlar, eşcinseller, engelli siviller, esirler ve siyasi muhalifler Nazi hükümetinin sistemli şekilde öldürülmesi gerçekleşen soykırımın hedefindeydiler[3].

Nazi İktidarı Öncesi Almanya ve Antisemitizm

Almanya’da Yahudilere duyulan tepki, Avrupa’nın diğer pek çok ülkesinde olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşı‘ndan çok daha öncelere dayanır. 1879 yılında Alman gazeteci Wilhelm Marr Yahudilere karşı duyulan nefreti ve on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda genelde Yahudilerle ilişkilendirilen çeşitli liberal, kozmopolit ve uluslararası siyasi eğilimi işaret ederek, antisemitizm kavramını ortaya atmıştır[4]. Antiseminist terimi kısaca Yahudilere karşı önyargılı olma, onlara karşı düşmanlık besleme anlamına gelmektedir. Yahudilere duyulan antisemitist tepkinin temel nedenleri sıralanmak gerekirse; Avrupa düşüncesine hâkim olan ırkçı bakış açısı, Hristiyanlık ve Yahudilik arasındaki dinsel ayrım ve Yahudilerin özellikle finans ve sermaye gibi alanlarda göstermiş olduğu hâkimiyettir. Ancak Birinci Dünya Savaşı‘nın bitmesiyle birlikte antiseminist bakış açısı giderek kurumsallaşmış, özellikle savaştan yenilgiyle çıkan Almanya’da yükselişe geçmiştir.


Irkçı düşünceye sahip bazı Almanlar, Yahudilerin Almanya’dan atılmasını, ekonomik ve toplumsal problemlerin çözümü olarak göstermişlerdir. Çünkü onlara göre Yahudiler, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşında yenilmesinin ve Versay’la birlikte çökmesinin en büyük sorumlularıdır. Bu iddiaya göre Yahudiler, ellerinde tuttukları sektörlerle savaş sırasında birçok ihtiyaç maddesinin karaborsaya düşmesine neden olmuş, tefecilik yapmış, sahip oldukları medya sektörü eliyle Almanya karşıtı bir kamuoyunun düşman ülkelerde oluşmasını sağlamışlardır. Bunun gibi pek çok nedenden dolayı Almanya’da, Holokost öncesinden beri var olan Yahudi karşıtı düşünce, ırkçılık zemininde güçlenmiş ve geniş kitlelere yayılmıştır. Nitekim bu kitleselleşmeye paralel olarak, ırkçı ve Yahudi karşıtı düşünce kendisini siyasal alanda göstermekte de gecikmemiştir. Çok geçmeden antisemitist ideolojisi XIX. yüzyılın son çeyreğinde Almanya, Fransa ve Avustralya’da Yahudi karşıtı siyasi partiler kurulmasıyla siyasi boyuta ulaşmıştır. 1919’da Almanya’da kurulan ve ırkçı hareketin Almanya’da kurumsallaşmasını sağlayan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi, NSDAP) antisemitist ideolojiyi benimseyerek Almanya’da antimetizmin siyasi boyutunu oluşturmuştur[5].  Adolf Hitler tarafından yönetilen Nazi Partisi, ırkçı teorilere siyasi bir ifade kazandırmış ve kısmen Yahudi karşıtı propagandanın yayılmasını sağlayarak halk arasında popülerlik kazanmıştır. Milyonlarca kişi Hitler’in Yahudilerin Almanya’dan çıkarılması çağrısında bulunan Mein Kampf (Kavgam) isimli kitabını alarak ona destek olmuştur[4].

Siyasi antisemitizmin önemli bileşeni milliyetçiliktir. Milliyetçilik taraftarları Yahudileri vatan hainleri olarak suçlamışlardır. On dokuzuncu yüzyılda, Yahudi maneviyatının Almanlığa düşman olduğu görüşünü savunan Alman düşünürleri, bilginleri ve sanatçıları tarafından ortaya atılan, yabancı düşmanı “Yölkisch Hareketi”(halk ya da halkların hareketi) Yahudi kavramını “Alman-olmayan” şeklinde nitelemiştir. Irk antropolojisi teorisyenleri, sahte ve bilimsel olmayan kanıtlarla bu görüşü desteklemişlerdir. [6]

Nazi İktidarı Dönemi: Yahudi Karşıtı Yasalar

1933’te Nazilerin Hitler önderliğinde iktidara gelmesiyle, Yahudi karşıtı ekonomik boykotlar yapılmış, herkesin gözü önünde kitap yakılması emrini verilmiş ve ayrımcı Yahudi karşıtı yasalar kabul edilmiştir. Nazi propaganda mekanizması, Yahudileri Almanya’nın 1918’deki yenilgisinin ve bunun sonucu ortaya çıkan yoksulluğun sorumlusu olarak “iç düşman” ilan ederek, organize etnik saldırılara başlamışlardır. Hitler önderliğindeki Naziler daha iktidarlarının ilk aylarında, Yahudi dükkanlarına karşı boykot çağrısı yapmış, Nisan ayında çıkartılan yasa ile Yahudiler devlet hizmetinden uzaklaştırılmış, temmuz ayında ise vatandaşlığa kabul edilmiş Yahudilerin vatandaşlıkları iptal edilmiştir. Takip eden yıllarda Yahudilere yönelik ayrımcı pek çok yasa daha çıkartılmıştır. Bu yasalardan en önemlisi 1935’te, Nuremberg Yasaları olarak adlandırılan ırkçı bir yaklaşımla Yahudileri taşıdıkları “kana” göre tanımladı ve “Arı ırk” ve “Arı olmayan ırk” ayrımı yapılması emrini veren yasalardır. Çıkarılan bu yasa ile ırkçı hiyerarşi de yasallaştırılmıştır[7].

1933-1938 yılları boyunca, her kademedeki devlet kurumları, Yahudileri Almanya ekonomisinin bütün sektörlerinden dışlamak için çabalamış; hayatlarını idame etmelerini engellemiştir. Yahudiler, yerli ve yabancı mal varlıklarını ve yatırımlarını beyan etmek zorunda bırakılmış, Yahudi işçi ve idareciler işten çıkartılmıştır. Bunun sonucunda Yahudilerin elinde olan şirketler ve ticari kurumlar, piyasa değerinin çok altındaki fiyatlarla, Yahudi olmayan Almanlara ve daha önceden Yahudiler tarafından işletilen dükkanlar da el konularak, Almanlara devredilmiştir. Bu yasalardan en önemlisi 1935’te, “Alman kanı ve onurunu korumak” üzere kabul edilen "Nürnberg Yasaları" ırkçı bir yaklaşımla Yahudileri taşıdıkları “kana” göre tanımlayarak “Arı ırk” ve “Arı olmayan ırk” ayrımı yapılması emrini vermiş yasalardır. Çıkarılan bu yasa ile ırkçı hiyerarşi de yasallaştırılmış olmaktadır. Nürnberg Yasaları, Yahudileri üç ya da dört kuşak boyunca Yahudi büyükannesi ya da büyükbabası olan kişiler olarak tanımlarken, Musevilikten Katolik ya da Protestan inancına geçmiş pek çok kişiyi de Yahudi olarak etiketlemiş, Alman kanı taşıyan kişilerin bu kişilerle evlenmeleri ve cinsel ilişki kurmaları bu yasalar ile engellenmiştir. 1936 yılında Yahudilerin seçimlere katılmaları da yasaklanmıştır.

1938 yılına gelindiğinde ise, ülkenin her yerinde “Yahudiler Giremez” levhaları yayılmaya başlarken, aynı yılın ağustos ayında çıkartılan bir yasa ile tüm Yahudilerin 1 Ocak 1939 tarihi itibariyle Yahudi olduklarını gösteren bir kimlik kartı taşımaları zorunlu kılınmıştır. 8 Kasım 1938 günü Yahudilere karşı kolektif cezai yaptırımlar uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre, tüm Yahudi gazeteleri ve dergileri derhal yayına son vermek zorundaydı. Bu yasak, Yahudi toplumu ile liderleri arasındaki bağı koparmayı hedeflemektedir. Böylece, Yahudilerin ülkeden ayrılması yönündeki liderlerin yönlendirici rolü kısıtlanmıştır. Yine 8 Kasım günü ilan edilen yaptırımlalar, Yahudi çocuklarının “Aryan” okullara katılmasının ve tüm kültürel faaliyetlerinin yasaklanmıştır. 1938 yılının 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gecesinde ise o güne dek yaşanan en kapsamlı saldırı gerçekleşmiştir[8].

Kristal Gece Olayları (Kristallnacht) 9-10 Kasım 1938

Kristal Gece Olaylarında Nazi Güçlerince Camı Kırılan ve Yağmalanan Sahibinin Yahudi Olduğu Bir Dükkan

9 Kasım 1938 gecesi, tüm Almanya’da Yahudilere karşı bir şiddet hareketi başladı. Alman propaganda bakanı Joseph Goebbels önderliğinde düzenlenen pogrom özenle organize edilmiştir. 9 Kasım 1938’de Almanya’da Yahudilere karşı başlatılan halk hareketi sonucu kırılan binlerce cam gecenin karanlığında öyle bir parlamıştır ki, tarih o günü Kristal Gece olarak hatırlanmaktadır.[9]1938 yılı Ekim'inde Almanya’da 17 bin Polonyalı Yahudi Hitler’in emriyle sınır dışı edilmişti. Polonya Hükümeti, sınır dışı edilen bu insanları kabul etmemiştir. İki ülke arasında sıkışıp kalan binlerce insan açlığa, susuzluğa ve ölüme terk edilmiştir. Paris’te yaşayan 17 yaşındaki Herschel Grynszpan’ın anne ve babası da bu insanların arasındaydı ve akıbetleri belirsizdi. Bu zalimlik karşısında büyük bir öfke duyan Herschel, Paris’teki Alman Konsolosluğunu basıp önüne çıkan ilk kişiyi vurdu. Ölen kişi konsolos yardımcısı Ernst Vom Rath idi. Nazilerin propaganda bakanı Goebbels, bu olayı Alman halkını Yahudilere karşı kışkırtmak için kullandı. Alman halkının mutlaka öcünü alması gerektiğini söyledi. Goebbels’in, Alman halkının Yahudilere saldırması durumunda devletin kesinlikle müdahale etmeyeceğini söyleyerek SA’ları ve Nazi parti örgütlerini kışkırtmasıyla Yahudi kıyımı başladı.

Nazi ajanlarının da halkı kışkırtması sonucu, 1938 yılının 9 Kasım gecesi Almanya’da organize kanlı saldırılar başladı ve 10 Kasım günü ülkenin her yerine yayıldı. İki gün içinde 250’nin üzerinde sinagog yakıldı, 7000’den fazla Yahudi işletmesine saldırıldı ve yağmalandı. Yahudi mezarlıklarına, hastanelere, okullara ve evlere de saldıran ve yağmalayan Naziler, saldırılar sırasında kırdıkları camların gece karanlığında, ay ışığının da etkisi ile adeta kristal gibi görünmesi sebebiyle yaptıkları saldırının güzelliği ile övünmek amacıyla pogroma “Kristallnacht” yani Kristal Gece adını verdiler. Tam da bu sebeple yaşananlar bugün Kristal Gece yerine Kasım Pogromu olarak anılmaktadır[10]. Pogromdan sonraki sabah 30 bin Alman Yahudi erkek tutuklanıp toplama kampına gönderildi. Bazı Yahudi kadınlar ise hapishanelere atıldı. Kristal Gece’den sonra olaylardan “Yahudilerin sorumlu olduğu” yalanını ileri süren Alman Hükümeti, Alman Yahudi cemaatine 1 milyar Reichsmark yani yaklaşık 400 milyon dolar ceza kesti. Yahudilere yapılması gereken tüm sigorta ödemelerine el koydu. Eylemi izleyen haftalarda, Alman Hükümeti, Yahudileri mülklerinden ve geçim imkânlarından mahrum etmek amacıyla pek çok yasa ve kararname çıkardı. Bu yasalarla Yahudi sermayeli işletme ve mülkler “Aryan”laştırıldı. Yahudilerin sahip olduğu işyerleri ve mülkler gerçek değerlerinden çok daha düşük fiyatlarla zorla el değiştirdi, “Aryanların” eline geçti.

“Kristal Gece”den sonra hapsedilmeyen, katledilmeyen Yahudilerin evlerinden çıkabilecekleri, sokakta olabilecekleri saatler daha da sınırlandırıldı. Hayat, Alman ve Avusturya Yahudisi çocuklar ve gençler için çok daha zor hale geldi. Zaten müzelere, kamuya açık oyun sahalarına ve yüzme havuzlarına girişleri yasakken, devlet okullarına gitmeleri de yasaklandı. İntihar edenlerin, Almanya’yı terk edenlerin sayısı arttı[11].

Nazi Toplama Kampları

Naziler ilk toplama kamplarını rejim karşıtı Almanları hapsetmek niyetiyle kurdu ve ilk Nazi toplama kampı Münih yakınlarında, Dachau’da Mart 1933’te açıldı. Onu Berlin’in kuzeybatısındaki Oranienburg, 1936’da da Sachsenhausen kampları izledi. 1937’de Buchenwalde 1939’da yapılan Ravensbrück Kampı açıldı. Avusturya’nın ilhakından (Anschluss) sonra 1938’de Linz yakınlarında Mauthausen açıldı. Bu kamplarda siyasi muhaliflerin (çoğunlukla komünistler ama aynı zamanda sosyal demokratlar ve sendikalistler) yanı sıra Yahudiler ve adi suçlular da toplanıyordu. Bu kampların asıl hedefi, bireyleri Nazi ideolojisine uygun biçimde yeniden eğitmekti. Bu toplama kamplarında her türlü karşı koyuş, açlık, çalıştırma ve Kapo’lar (kamp argosunda bir grup tutukluya göz kulak olmakla görevli tutuklular) sistemiyle yıldırılıp kırılmaktaydı.

Bu aşamada kamplarda geçirilen süre yeterli görüldüğünde bazı tutuklular serbest bırakılabilmekteydi. O dönemde toplama kamplarındaki tutuklu sayısı henüz oldukça azdı. (1939’da 24.000) Yaşam koşulları zordu ancak tam bir cehenneme dönüşmemişti. Oysa savaş başlar başlamaz koşullar çok farklılaşacaktı.

Alman işgalindeki ülkelerden kamplara getirilenlerin sayısı 1939 sonrasında hızla arttı ve Alman mahkumlar azınlıkta kaldı. Yaşamları SS’ler için hiçbir önem taşımayan Polonyalıların ve daha sonra da Sovyet esirlerin gelişiyle yaşam iyice güçleşti ve kamplara “tedrici ölüm kampları” adı verildi. 1942-1943 yıllarında durum biraz istikrar kazandı çünkü savaş ekonomisi çalışarak verimli olmasını gerektiriyordu. Artık 12 ana kampa ek olarak 165 uydu kamp kurulmuştu. Bunların tamamı 35.000’den biraz fazla görevli tarafından korunuyordu. 1944 sonbaharından itibaren tutsakların durumu kötüleşti; salgın hastalıklar özellikle tifüs, çalışmayla yıpranan ve açlık çeken esiri ölüme götürmekteydi.

1941 tarihli bir emirle, “hiçbir iz bırakmadan” ortadan kaldırılması amaçlanan direnişçiler için “Gece ve Sis” (Nacht und Nebel [NN]) sistemi oluşturuldu. Toplama kamplarındakilerin toplam sayısını kesin olarak hesaplamak güçse olsa da 1939 ile 1945 arasında bu kamplara 1.650.000 insanın götürüldüğü tahmin edilir (bu istatistik, ırklarından ötürü ölüm kamplarına götürülenleri kapsamamaktadır). Bu toplamın en az 550.000’i, yani üçte biri ölmüştür (siyasi tutuklularda bu oran daha yüksektir).

Toplama kampları sistemi içinde baskı ve imha arasında temel bir ayrım vardı: bir yandan, direnişçi tutukluları, Yehova Şahitleri’ni, eşcinselleri; öte yandan, Yahudileri, Çingeneleri, akıl hastalarını ayıran çizgi, işte sözü edilen bu ayrıma dayanır. Birinciler kötü muamele, zorla çalıştırma, salgın hastalıklar, sonu gelmeyen cezalar, sürekli aşağılama ve işkenceyle korkunç bir kaderi yaşadı, pek çoğu bunlardan ötürü öldü. İkinciler ise gaz odalarında doğrudan ölüme gönderildi.

Nazilerin “Yahudi sorununun kesin çözümü” diye adlandırdığı olgu (Avrupa’daki tüm Yahudilerin yok edilmesi – Holokost) 1941-1944 arası uygulandı; ancak daha önce III. Reich’ın Yahudi düşmanlığı politikası çeşidi evrelerden geçti.

Zorunlu göç ve getto politikası izlendi, ilk büyük getto 1940 ilkbaharında Polonya’da Lodz’ta kuruldu (150.000 kişi). Sonbaharda bunu, en önemlisi Varşova Gettosu (440.000 kişi) olmak üzere öteki gettolar izledi.

Gaz Odaları

1941 ’de yaratılan ölüm kamplarıyla katliam plancılarının en uygun teknik yöntemi buldukları görülüyordu. Bu, kurbanların öldürülmesi için en çabuk ve gizlenmesi en kolay yöntem; yani gaz odalarıydı. Bu tarihten itibaren ölüm kamplarında, Alman ordularının yenilgisine kadar kesin çözüm aralıksız uygulandı[12]. Gaz odalarında ölenlerin sayısı yaklaşık 3 milyon kişi olduğu bilinmektedir.

Her şeyden habersiz küçük çocuklar, tıpkı birer banyo gibi inşa edilmiş bu gaz odalarına annelerinin yanında gülerek ve oynayarak giriyorlardı. Ağlayanlar, çığlık atanlar ya da başlarına geleceklerini anladıklardan girmek istemeyenler zorla, kırbaçlanarak içeri sokuluyordu. Gazdan tasarruf etmek için mümkün olduğunca çok mahkûmun gaz odasına doldurulmasına çalışılıyordu. Daha sonra 'Zyklon B' gazı odaya salınıyor, odadaki insan sayısına bağlı olarak ölüm 7 ile 20 dakika arasında gerçekleşiyordu. Cesetler daha sonra krematoryumda yakılıyordu. Bir cesedin tamamen kül haline gelmesi için ortalama 40 dakika gerekiyordu. Gaz odalarının beton duvarlarını bile parçalayan tırnak izleri, kurbanların son dakikalarının nasıl ıstıraplı olduğunun en açık göstergesiydi.

Polonya’daki Auschwitz Kampı, Holokost’un simgesi olarak özel bir yer tutar. En büyük kamp olan Auschwitz hem bir toplama kampı (Auschwitz I) hem bir çalışma ve imha kampı (Auschwitz II) hem de bir çalışma kampıydı (Auschwitz III-Monowitz; IG Farben kauçuk fabrikasının yakınındaydı). Tren yollarına yakınlığının ulaşımı kolaylaştırması nedeniyle Auschwitz’e tüm Avrupa’dan 1,3 milyon insan getirilmiş, 1 milyonu Yahudi olmak üzere 1,1 milyon buradaki gaz odalarında infaz edilmişti. Buradaki mahkumları, diğer toplama kamplarından farklı olarak, kategorilere ayırmak için yapılan işaretlemeler elbiselerine değil, doğrudan vücutlarına yapılıyordu. Soykırımın doruğa ulaştığı dönemde, Auschwitz’de her gün ortalama 6.000 kişi öldürüldü[13].

Toplama Kamplarında Yaşam ve Ölüm

Vagonlara çok sayıda insan doldurulması, açlık ve uzun yol yüzünden yaşlı ve hastaların çoğu daha kamplara ulaşamadan yolda ölüyordu. Tutsakların tek giyeceği, kendilerine verilen çok ince kumaştan yapılmış bir pijamaydı. Başka bir elbise verilmediğinden hem çalışırken hem uyurken günün 24 saatini bu elbisenin içinde geçirmek zorundaydılar. İç çamaşırı ise yılda bir ya da iki kez veriliyor, bunun sonucu olarak toplama kamplarında salgın hastalıklar hızla yayılıyordu.

En büyük yöneticisinin Himmler olduğu Nazi toplama kampları, dış dünyadan soyutlanmaları için çoğu tahtadan ve yaklaşık 50 m. uzunluğunda, 7-10 m. genişliğinde, elektrikli tellerle çevrilmiş, gözetim kuleleri aracılığı ile sürekli gözetim altında tutulan yapılardı. Sabah yoklamaları, genel infazlar geniş bir toplanma alanında yapılıyor, çalışma grupları bu meydandan hareket ediyordu.

Kampların sorumluluğu, Hitler’in en güvendiği birliklerden biri olan SS Waffen’e bağlı Totenkopfverbaende’e (Kuru Kafa Birliği) bırakılmıştı. Siyah üniformalar giyen ve adları gibi simgeleri de kuru kafa olan bu birliklerin askerlerini sadakatlerini ve zalimliklerini kanıtlamış askerler arasından seçiliyordu.

Tutukluların çalışma saatleri yazın sabaha karşı 4-5, kışın sabah 6-7 arasında başlıyor; kışın akşam 5’e, yazın ise 8’ye kadar sürüyordu. Kapoların zorbalığı ancak SS’lein zorbalığı ile sınırlanabiliyordu. Bazılarında aynı anda 70.000 kadar tutuklunun yaşadığı kamplarda uluslar, halklar, sınıflar, mezhepler birbirine karışmıştı. Kamplarda her tutsağın ait olduğu kategori, elbisenin üzerine işlenen üçgenin rengiyle ayırt ediliyordu. Siyasi tutuklular kırmızı, adi suçlular yeşil, eşcinseller pembe, Yehova Şahitleri mor, toplum dışılar siyah üçgenle tanınıyordu. Yahudilerin birinci üçgeni altında, Davut yıldızını oluşturacak biçimde ikinci bir sarı üçgen vardı. Alman olmayanların kol işaretlerine kendi ülkelerinin baş harfi basılıyordu[14].

Akıl Hastalarının Yok Edilmesi

1930’lu yıllarda Nazi Almanyası’nda “değersiz yaşamlar”a son verilmesini savunan teoriler gelişti. 14 Temmuz 1933’te bu teorileri yaşama geçirmek amacıyla “Kalıtsal Hastalığa Sahip Çocukların Engellenmesi Yasası” çıkarıldı. 1939’da ise Hitler, “akıl hastalarının yaşamaya değmeyen hayatlarına” son vermek amacıyla “ötanazi“ uygulanması emrini verdi. T4 koduyla gizlenen işlemde, hastalar seçilip bulundukları akıl hastanelerinden yok etme merkezlerine gönderiliyordu. Özürlü doğan bebekler ya da özürlü çocuklar, doktorlar tarafından verilen ölümcül dozda ilaçlar ile öldürülüyordu. Nazi propagandaları ile beyinleri yıkanan doktorlar, bu görevi kutsal bir emri yerine getiriyormuşçasına adeta bir görev bilinci içinde yapıyorlardı.

Almanya’nın her tarafına yayılmış altı ötanazi enstitüsü vardı. Buralarda hastalar gaz odalarında öldürüldükten sonra, bir krematoryumda yakılmaktaydı. İki yıl içinde 70.000 kişi bu şekilde yok edilmişti. Başını Münster Piskoposu Clemens August Graf von Galen’ın çektiği çok sayıda Katolik ve Protestan din görevlisinin protestosu karşısında Hitler, Ağustos 1941’de işlemin durdurulmasını emretmek zorunda kaldı. Yine de akıl hastalarını tek tek öldürme uygulaması toplama kamplarında sürdürüldü ve 1941 ile 1945 arasında bu yoldan 30.000 kişinin hayatına son verildi.

Eşcinsellerin Yok Edilmesi

Almanya’da erkekler arasında eşcinsel ilişkileri yasaklayan yeni ağır yasalar yürürlüğe girmişti. “Aksigenlilik” (cantragenic) suçunun kapsamı, livatadan vücutların birbirine sürtünmesine, hatta çapkın bakışlara kadar genişletilmişti.  1933’le 1944 yılları arasında, elli bin ile altmış üç bin erkek, bu çeşitten eşcinsellik suçlamalarıyla mahkûm edilmişti ve son durağının, pembe üçgeni takacağı toplama kampı olabileceğini, her eşcinsel Alman bilirdi.

Hormon enjeksiyonlarına, vücutlarına beze yerleştirilmesine ve türlü korkunç Nazi deneylerine maruz kalmışlar; kamptaki genelevlere gitmeye zorlanmışlar, mastürbasyon yapmadıklarından emin olunsun diye elleri battaniyenin dışında kalacak şekilde uyumaları istenmişti. Genital bölgelerine sadistçe vurulması, emin, yavaş bir ölüm demek olan işlere verilmeleri kadar rutindi; bunlara, neredeyse su damlayacak haldeki rutubet, sıhhi olanaksızlıklar ve yetersiz havalandırma yüzünden verem gibi hastalıkların kuluçkaya yattığı, yeraltı tünel fabrikalarında çalışmak da dahildi. Bu koşullar altında beş bin ile on beş bin arasında eşcinsel ölmüştü. Diğerleri hadım edilmiş ve temel savaş sanayisinde çalışmak üzere görevlendirildi.

Nazi İktidarı Döneminde Bölgedeki Toplama Kamplarının Yerini ile Kayıpları Gösteren ve Bu Kampların Kurtuluş Zamanlarını Gösteren  Tablo

Çingenelerin Yok Edilmesi

1936 yılında, Sağlık Bakanlığı Irk Araştırmaları Bölümü görevlisi Eva Justin, Çingeneleri ari ırkın saflığı açısından en büyük tehditlerden birisi olarak değerlendiriyor ve yok edilmelerini tavsiye ediyordu. 14 Aralık 1937’de çıkarılan bir yasayla Çingeneler “iflah olmaz suçlular” kategorisine dahil edilerek Alman toplumundan soyutlanmaya başladı. Çingenelerin yok edilmesi için Buchenwald kampında özel bir bölüm oluşturuldu.

Diğer taraftan, Çingene olmayan erkeklerle evlenen Çingene kadınlar için de zorla kısırlaştırma politikası uygulamaya konuldu. Bu amaçla Düsseldorf-Lierenfeld’teki bir hastanede kısırlaştırılacak kadın hastaların üreme organları cerrahi müdahale ile kesildi. Korkunç acılar içinde gerçekleşen bu operasyonlar sırasında özellikle hamile kadınların çoğu öldü ya da bilinçli olarak ölmesine zemin hazırlandı.

Çingenelerin toptan imhasına da tıpkı Yahudilerde olduğu 1941 yılında başlandı. Böylece Polonya, SSCB, Macaristan, Yugoslavya ve Batı Avrupa Çingeneleri kitleler halinde katledildi. Kurbanların toplam sayısını kestirmek oldukça güçtür. Soykırım öncesi Almanya sınırları içinde yaşayan yaklaşık 34.000 Çingenenin neredeyse tamamı öldürülmüştür. Einsatzgruppen raporlarına bakarak, Nazi işgali altındaki bölgelerde bu sayının 250.000-3000 olduğu tahmin edilmektedir. Bu, 1939’da Avrupa’da yaşayan Çingene nüfusunun üçte biridir. Joseph Tenenbaum gibi bazı tarihçiler ise Naziler tarafından öldürülen çingenelerin sayısının 500.000’e kadar çıkabileceğini iddia etmektedir[13].

Toplama Kamplarında Gerçekleştirilen Deneyler

II. Dünya Savaşı sırasında bazı Alman bilim insanları toplama kamplarındaki birçok esir üzerinde onların rızası olmaksızın deneyler yapmışlardır ve bu deneylerin sonucunda denek olarak kullanılan insanlar hayatlarını kaybetmişler ya da sakat kalmışlardır. Alman toplama kampları Sachsenhausen, Dachau, Natzweiler, Buchenwald ve Nuengamma’da, bilim insanları sıtma, tifüs, tüberküloz, sarı humma ve bulaşıcı hepatit de dahil olmak üzere, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve tedavisine yönelik bağışıklık sistemi bileşenleri ve sera deneyleri yapmışlardır[15]. Bu dönemde yapılan insan deneylerinin; ideolojik, askeri ve tıbbi amaçlarla yapıldığı savunulmuştur. Nazi doktorları bu deneyleri bilimin geliştirilmesi için yaptıklarını savunmuş ve bunun mantıklı bir akıl yürütme yöntemi olduğunu düşünmüşlerdir.

Üçüncü Reich döneminde yürütülen etik dışı tıbbî deneyler üç kategoriye ayrılabilir. İlk kategori, Mihver ordularının askerî personelinin sağ kalmasını kolaylaştırmayı hedefleyen deneylerden oluşur. Dachau'da, Alman Hava Kuvvetleri’nden ve Alman Havacılık Deney Enstitüsü'nden doktorlar düşük irtifa odalarını kullanarak, zarar gören uçaklardan personelin atlayabileceği üst sınırı bulmak için yüksek irtifa deneyleri yaptı. Bilim adamları hipotermi için etkili bir tedavi yöntemi bulmak amacıyla esirleri kullanarak sözde dondurma deneyleri yürüttü. Ayrıca deniz suyunun içilebilmesine ilişkin çeşitli yöntemleri denemek için de esirlerden faydalandılar.

İkinci kategori ise, Alman Askeri İşgalci Personelinin sahada karşılaştığı yaralanma ve hastalıklara çare bulabilmek için ilaçların ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve denenmesini kapsamıştır. Nazi doktorları deneklerin akciğerlerine tüberküloz basili enjekte etmiş ve gelişim evrelerini kaydetmiştir. 200 Yahudi esir, bu hastalık deneyleri sonucu ölmüştür. Buchenwald’de bir araştırma ekibi fenol, benzin ve siyanür bileşimiyle Rus mahkumlar üzerinde infaz denemeleri yapmışlardır. Yapılan deneylerin geneli, Alman askerlerinin savaş cephelerinde karşılaştıkları salgın hastalık ve yaralanmalarla şekillenen akut ve viral enfeksiyonların çözümlerini bulmaktır. Bu deneyler için, kamplardaki sahipsiz esir Yahudi ve çingenelerin yanı sıra esir Rus askerleri de kullanılmıştır.

Tıbbi deneylerin üçüncüsü ise, Nazi dünya görüşünün ırki ve ideolojik öğretilerini iletmek için yapılmıştır. Bu deneylerin en ünlüsü Auschwitz'de Dr. Josef Mengele’nin ikizler üzerinde yaptığı deneylerdir. Dr. Josef Mengele, Yahudi cüceler ve tek yumurta ikizleri üzerinde yaptığı deneylerle saf Aryan ırkından olan Almanların çoğalarak dünyada hakimiyet kurmaları için çoklu doğumları incelemiştir. Kullanılan deneklerden 1000 çift ikizin sadece 200 ü hayatta kalabilmiştir[16]

Hazırlayan: Suzan Küçükçallı


  1. https://stringfixer.com/tr/Holocaust
  2. https://www.ushmm.org/tr
  3. https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/introduction-to-the-holocaust
  4. 4,0 4,1 https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/antisemitism
  5. https://tarihibilgi.org/yahudi-soykirimi/
  6. Erkan S., (2012), "Almanya'da Irkçılık ve Antisemitizm", Ankara Üniversitesi Sosyalbilimler Enstitüsü AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
  7. Altunbaş A., (2020), "Almanya'dan Nasyonel Sosyalizm Döneneminde (1933-1945) Türkiye'ye Gelen Yahudiler", Yüksek Lİsans Tezi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, İstanbul
  8. https://encyclopedia.ushmm.org/asset/10361
  9. https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-97026-9_kasim_1938_kristal_gece.html)
  10. https://www.sehak.org/2020/11/kristal-gece-ya-da-kasim-pogromu-9-kasim-1938de-ne-oldu/
  11. https://marksist.net/okurlarimizdan/kristal-gece
  12. Frıncıoğulları S., (2015), "Yabancılaşma ve Erich Maria Remarque'nın Eserlerinde Yabancılaşma Olgusu", Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyalbilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Aydın
  13. 13,0 13,1 http://www.serenti.org/nazi-toplama-kamplari/
  14. http://avrupabirligigazetesi.com.tr/2016/09/07/soykirimlar-surgunler-dosyasi-nazi-toplama-kamplari/
  15. https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/nazi-tibbi-deneyleri-201
  16. https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/nazi-medical-experiments