Hınç Teorisi

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Hınç Teorisi/Ressentiment Theory

Hınç/Ressentiment Kavramı

Hınç, kişinin başka insanlara ve onlardan yansımayla kurumlara, düşüncelere, pratiklere, yapıtlara hatta genel olarak değerlere ve değer yüklenmiş nesnelere karşı duyduğu kızgınlık, garez, intikam isteği ve haset gibi olumsuz duyguların toplamıdır.[1] Max Scheler, Hınç'ın Ahlaki Temellendirmesi eserinde, Fransızca kökenli ‘’ressentiment’’ terimini niye tercih ettiğini benzer anlam için kullanılan Almanca ‘’groll’’ sözcüğünün farklı metaforlarına bağlamıştır. Ayrıca ‘’Hamischkeit’’ (küçümseyici garez) sözcüğünü de irdelemiştir ancak Nietzsche'nin yüklediği anlamı seçerek ‘’ressentiment’’ terimini kullanmayı tercih etmiştir.[2] Weber, Scheler,  Nietzsche, Deleuze, Kierkegaard ve Girard ile farklı içerimlere kavuşan ressentiment terimi, Von Vacano’nun Nietzscheci perspektifi kullanarak göçmen kimliği tanımına eklemlenmiş olması ile günümüzün ‘’yeni göçmenler’’ini anlamamızda yardımcı olmaktadır.

Von Vacano ve Hınç Teorisi

Von Vacano, göçmen kimliği oluşturulmasındaki hınç sorununa dikkat çekmek için Nietzscheci bir perspektif kullanır. Hınç teorisi, ev sahibi toplum içinde göçmen kimliği oluşturulmasının yönü ve süreçlerini açıklamaya çalışır. Göçmenler, yeni ülkelerine yerleştiklerinde benlik anlayışlarını yeniden yapılandırma ihtiyacı duyarlar. Von Vacano bu durumu, göçmenlerin ev sahibi ülkelerin makul bir vatandaşı olma ve benlikleriyle ilgili fikirlerini memleketlerinden tamamen koparma arasında kaldıkları, düalist bir durum olarak nitelendirmektedir. Von Vacano, etnokültürel grupların ev sahibi ülkelerdeki kültürel faaliyetlerinin, bu tür düalist göçmen kimliğinin gerçekleştirilmesi olarak açıklamaktadır. Bu anlamda etnokültürel gruplar, göçmenlerin durumunun bu düalist halinin ‘’sentetik’’ bir cevabı olarak görünmektedir.[3]

Kozmopolit Bir Dünyada Göçmen Kimliği

Siyaset felsefesi perspektifinden göçmenlerin kimliklerini nasıl anlayabiliriz sorusuyla yola çıkan Von Vacano, kozmopolit bir dünyada göçmen kimliğini anlamak için Alman post-Hegelci eleştirel teori geleneğinden yararlanmaktadır. Özellikle, Nietzsche'nin hınç (ressentment) duygusu sorununa ilişkin açıklamasının yorumlanmasını, göçmen kimliklerinin ahlaki ve politik psikolojisini anlamada yararlı olduğunu belirtmektedir. Bu hususta ikisi yapısal ve sonuncusu kültürel olmak üzere üç tür bağlamın çağdaş yeni göçmen kimliğinin oluşumunu şekillendirdiğini belirtmektedir. Bunlar; ev sahibi devletin göçmeni kabul etme şekli, yeni göçmenlerin ekonomideki önemsiz emek kaynakları olarak ikincil konumu ve bu yapısal kısıtlamalara yanıt olarak yeni göçmenlerin etno-kültürel değerlerinin ileri sürülmesi. Bu üç bağlamı anlamlandırmak için Post-Hegelci Alman felsefesinden yararlanmaktadır. Bu üç kısıtlamanın, kozmopolit bir dünyada göçmen kimliğinin, ‘’yeni göçmenlerin’’ adaptasyonu ve asimilasyonunda sürtüşmelere yol açabileceğini savunmaktadır.

Göçmen bireylerde birbirleriyle, diğer gruplarla ve genel olarak ev sahibi devletle olan ilişkilerinde geliştirilen kimlik türü, ana akım ev sahibi topluma büyük ölçüde yabancılaşmış ve bazen de onunla diyalektik çatışma içinde olan bir kimliktir. Kanonik siyasi düşünce geleneğinde, göçmenin rolü marjinal bir roldür: sadece potansiyel bir yurttaştır ve adalet ya da devletin anayasası konularında önemli bir sorun teşkil etmez.[4] Bu tür yaklaşımlar küreselleşme ile ağların sıklaşması, küreselleşmenin ulus-devletlerin egemenliklerini sarsıyor olması ve asimilasyon politikalarının yeni göçmenlerin uyum sağlama noktasında kesin sonuçlar alamaması nedenleriyle artık savunulabilir değildir. Nitekim ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler küreselleşme öncesi dönemlere kıyasla niteliksel bir farkı ortaya koymaktadır. Diğer önemli husus ise, sosyal bir gerçeklik olarak kimliğin bilinçle ilgili olmasıdır; özneler kendi varlığını zihinsel olarak kavramakta ve tanımlamaktadır.

Göçmen Kimliğinin Arada Kalmış Doğası

Kimlik kavramı, vatandaşlıktan bağımsız olarak hepimiz için geçerli olsa da, göçmen kimliğinin arada kalmış doğası nedeniyle önem kazanır; yeni ve eski ülke vatandaşlığı arasındaki ara konumu ve yeni ülkesinde vatandaşlık garantisinin olmaması nedeniyle bir yandan yeni bir yaşam projesinin çekiciliğiyle bir yandan da -özellikle aile yükümlülükleri olarak- eski ülkenin bağları arasında kalmaktadır. Bu tür bir ara statüde, kendisini yeni ülkenin ‘’gelecekteki vatandaşı’’ olarak görmediği gibi, eski ülkenin bir ferdi olarak da görmez. Kişinin kendi ülkesinden göç etmesi kolay bir karar değildir. Bir baskı altında göç etme kararı vermeyen gönüllü göçmenler bile, özgür olmaktan çok zorlayıcı koşullar nedeniyle bu kararı verir. Göçmen deneyimi, mülteci, siyasi sığınmacı ya da sürgün deneyimi kadar üzücü olmasa da, yine de dışarıdan gelen baskıların damgasını vurduğu bir deneyimdir. Post-Hegelci Alman felsefe geleneği, göçmen kimliğinin vaatlerini ve çıkmazlarını anlamamız noktasında bize yardımcı olur. Öncelikle, göçmen kimliğinin temelinde güç ilişkilerinin olduğu ve devlet eyleminin bir ürünü olması sebebiyle siyasi bir kimliktir; göçmenlerin ev sahibi ülkelerde tehlikeli ve düşük ücretli işlerde çalışmakta ve ikincil bir konumdadır ve bu yapısal kısıtlamalara cevaben göçmenlerin kendilerini inşa etmelerinin tepkisel bir biçiminin ortaya çıktığı kültürel alan, kültürel olumlama ve etnik-ırksal öz-bilinçtir. Vacano’nun, ahlakın gelişimi ve kimliğin tepkisel inşasına ilişkin Nietzscheci diyalektik karşıtlık yorumu ilgi çekicidir.

Etno-ırksal Kimliğin İnşası

Siyasi ve ekonomik alanlardaki iki yapısal kısıtlama, göçmen kimliğini şekillendiren göçmen deneyiminin üçüncü bir yönü tarafından karşılanmaktadır. Bu üçüncü unsur bir kısıtlama değil, ev sahibi ülkedeki göçmen eylemliliğini şekillendiren bir tepki biçimidir. Yani, göçmenlerin bu iki kısıtlamaya tepkisinin sonucu olan kültürel üretim ve etno-ırksal bilincin üretilmesidir. Göçmenin eylemlilik için daha fazla alan bulduğu yer burasıdır: kültürel yaşamın ve ırksal/etnik kimliğin inşası. Yine de, her ikisi de iki yapısal kısıtlamayla diyalektik, bazen de uzlaşmaz bir ilişki içinde şekillenir. Bu noktada Nietzsche’nin mirastan yararlanılmaktadır. Kamusal alan yeni bir göçmen için hem kısıtlayıcı hem de ürkütücü iken, kültürel faaliyetin özel alanı göçmen deneyimi için bir teselli haline gelir. Bu nedenle, geleneksel liberal demokratik bir kamusal alan içinde özgür eylem için azalan açıklıkla karşı karşıya kalan göçmen, eylemliliğini ifade etmenin bir yolu olarak estetik ve kültürel üretime ve performansa başvurur. Bir anlamda, bu fenomen ya apolitik ya da antipolitiktir. Devlet kısıtlamalarından veya piyasa koşullarının taleplerinden uzaklaşmanın reaktif bir yolu olarak, yeni göçmen kültürel köklerin yeniden onaylanmasını, özellikle estetik faaliyet olarak anlaşılan bir biçimde arar. Bu faaliyet üç biçim alır; ilki, estetiğin sanatlar alanı olarak göçmenler görsel, müzik ve performans sanatlarındaki anavatan geleneklerine başvurarak bir istikrar, süreklilik ve öz onay hissi sürdürürler. İkincisi, sanatsal temsiller kullanabilen veya anavatanın yüzyıllık geleneklerini ve folklorunu öğrenilen davranışları takip eden gelenekler ve festivallerle ilgili alandadır. Göçmen kimliğinin oluşturulmasında ilgili olan son kültürel yaşam alanı aslında sorunlu bir alandır. Nitekim göçmen benliğindeki ırksal-etnik bir kimlik duygusunun inşası çelişkilerle parçalanmıştır. Nietzscheci perspektifin yardımı alan Vacano’ya göre, ırk yalnızca biyolojik bir kategori değildir, aynı zamanda bir ‘ırkı’ diğer ırklardan veya insan türlerinden ayıran belirli ahlaki değerler ve iddialarla iç içe geçmiş bir kategoridir.[5]

Göç, nispi bir zorunluluk -genellikle ekonomik- altında yapılan bir eylemdir, ev sahibi devletler siyasi ve ekonomik alanlarda zorlayıcı taleplerde bulunmaktadır ve ek olarak göçmende eski kültürün, geleneklerin, bağların terk edilmesi hissiyatı mevcuttur. Bu hem bir ihanet olarak hem de basitçe yerinden edilmek olarak algılanabilir. Bunun sonucu olarak, göçmenin nasıl yaşaması gerektiğine dair düşünceleri, hem kin hem de çelişkilerle doludur. Göçmen deneyimi, göçmen bilinci için normalde varsayılandan çok daha karmaşıktır; iç içe geçmiş, doğrusal olmayan süreçleri içeren bir hikayedir.  Göçmenin kendini inşa etmesi, bireysel projelere ve kozmopolit eğilimlerle karakterize edilen bir dünyaya bağlıdır. Bir yandan ev sahibi toplumda hayata katılmaya hevesliyken diğer yandan yapısal, kültürel ve ahlaki nedenlerden dolayı buna direnç göstermektedir.


Hazırlayan: Yaren Gülşen - Göç Çalışmaları o-Staj Programı


KAYNAKÇA

  1. Scheler, Max. Hınç. Translated by Abdullah Yılmaz. İstanbul: Kanat Yayınları, 2004.
  2. Işıktaç, Yasemin. "Sözleşme Kavramı Açısından Dayanışma-Hınç (Ressentiment) Karşılaştırması." Journal of Istanbul University Law Faculty 64, no. 2 (2011): 35-47. Accessed August 7, 2024.
  3. Göksel, Gülay Uğur. Göçmen Entegrasyonu ve Tanınma Teorisi: “Adil Entegrasyon”. İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2019. ISBN: 9786059460767.
  4. Von Vacano, Diego A. "Immigrant Identity in a Cosmopolitan World." Academia.edu. 2010. https://www.academia.edu/11990746/Immigrant_Identity_İn_A_Cosmopolitan_World. Accessed August 8, 2024.
  5. Von Vacano, Diego A. The Color of Citizenship: Race, Modernity, and Latin American/Hispanic Political Thought. Oxford: Oxford University Press, 2011.