GÜÇ DENGESİ
Devletleri uluslararası sistemde başat aktör kabul eden realizme göre devlet mekanizmasının temel mantığı, çıkarlarını maksimize etmek, bunun yanında varlığını sürdürebilmek amacıyla kendisine karşı oluşan ya da oluşabilecek tehditleri bertaraf etmek için güç kazanmaktır.[1] Çünkü herhangi bir üst otoritenin bulunmadığı, anarşik yapıdaki uluslararası sistemde yalnızca kendilerine güvenebilecek olan devletler kendi başlarının çaresine bakmalı (self-help); bunu sağlamak için ise askeri güçlerini arttırmalılardır. Fakat bu güç arayışı, John H. Herz tarafından kavramsallaştırılmış olan güvenlik ikilemine (Security Dilemma) yol açar. Buna göre; bir devletin kendi güvenliğini sağlamak amacıyla silahlanması, diğerleri tarafından tehdit olarak algılanarak bir silahlanmaya yol açar. Sonuç olarak; iki taraf da silahlanmış, algılanan tehdit yok olmamış ve genel bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Devletler bu durumdan kaçınmak için, kendi refahları veya güçlerinin artması ile değil kendi kazandıkları ile diğer devletlerin kazandıkları arasındaki farkla, diğer bir değişle göreli kazanç (relative gain) ile ilgilenirler. Temel amaç, güç arttırmaktan ziyade gücü dengelemektir.[2] Tehditkar bir şekilde güçlenen veya bu şekilde algılanan ve mevcut durumun değişmesinden yana olan bir devlete karşı, mevcut durumun devamından yana olan diğer devletler ittifaklar şeklinde bir araya gelerek ilk devlete karşı tedbirlere başvururlar. Realistler tarafından uluslararası ilişkilerdeki bu tür çabaların sonucunda elde edilmek istenen denge durumu, güç dengesi olarak adlandırılır.[3] Buna göre; devletler iç dengeleme, dış dengeleme ve peşine takılma (bandwagoning) olmak üzere 3 şekilde tepki verir. İç dengeleme, mevcut gücünü arttırmaktan olan bir devlet tarafından egemenlik altına alınmaktan korkan devletlerin kendi güçlerini arttırması; dış dengeleme ise gücünü arttırma şansı olmayan devletlerin diğer devleti dengelemek amacıyla ittifak kurma yoluna gitmesidir. Dengeleme şansı olmayan devletler ise hayatta kalmak için güçlü bir devletin peşine takılarak kendi varlıklarına yöneltilmiş tehdidin önüne geçmeyi amaçlarlar.[2]
Güç dengesi, literatürde önemli bir kavram olsa da kesin olarak bir tanımı bulunmamakla birlikte incelenen zaman, mekân, aktör unsurları ve uluslararası sistemin yapısı temelinde farklı şekillerde değerlendirilebilmektedir.[4] Herz tarafından ‘"güçler arasındaki denge" olarak tanımlanan güç dengesi Zinnes'e göre; "tek bir devletin ve mevcut hiçbir ittifakın "ezici" veya "egemen" bir güce sahip olmayacağı şekilde sistemin devletleri arasında dağılmış olan güçtür." Palmer ve Perkins’e göre ise güç dengesi, "değişen ittifaklar ve karşı baskılar yoluyla hiçbir gücün veya güçler kombinasyonunun geri kalanın güvenliğini tehdit edecek kadar güçlenmesine izin verilmeyeceğini varsayar."[5] Morgenthau’ya göre güç dengesi, belirli bir duruma yönelik bir politika şeklinde değerlendirilebilir; fiili bir duruma karşı yapıldığı iddia edilebilir; güç dengesi ile yaklaşık olarak gücün sistemde eşit bir şekilde dağılımı kastedilebilir.[6] Scweller’e göre ise güç dengesi ‘eşit ölçüde bir güç dağılımı’, ‘zayıf aktörlerin zararına olacak bir şekilde büyük güçler arasında kurulan denge biçimi’, ‘gücün eşit bir şekilde dağılmasını engellemek amacıyla güç bakımından baskın olmanın gerekli olduğu ilkesi’, ‘bir devletin dengeleyici rolünü üstlendiği ve sistemde taraflar arasında dengenin korunmasını sağlayan bir işlevi yerine getirdiği bir yapı’, ‘ uluslararası politikanın doğasında var olduğu iddia edilen gücün eşit bir şekilde dağılımını üreten bir eğilim’ gibi pek çok farklı anlamında kullanabilir.[4]
Tarihte, Thucydides ve Kautilya’dan günümüze kadar devletlerin tepkileri benzer olsa da klasik güç dengesi sisteminin başlangıcı olarak 1648 Vestfalya Barış Antlaşması kabul edilmektedir.[7] Katolik ve Protestanlar arasında gerçekleşmiş olan 30 Yıl Savaşları’nın sonucunda imzalanan Vestfalya Barış Antlaşması’nın düzenlemiş olduğu Avrupa siyasi ilişkileri modern uluslararası ilişkiler sisteminin ilk güç dengesi örneğidir. Bu dönemden sonra din temelli savaşları geride bırakan devletler, ulusal çıkarlarını göz önünde bulundurarak hareket etmeye başlamıştır. Fransa’nın ulusal çıkarlarına göre davranan 14.Louis’nin Avrupa’ya egemen olma çabası, İngiltere önderliğindeki Avrupa devletlerinin ittifakıyla engellenmiş ve Avrupa’daki güç dengesi 1713 Utrecht Barışı ile yeniden sağlanmıştır. Napolyon Savaşları ile Avrupa’ya egemen olma çabalarını tekrar gündeme getiren Fransa, ‘Kutsal İttifak’ tarafından engellenmiş ve 1815 Viyana Kongresi ile bozulan güç dengesi yeniden sağlanmıştır. Bu tarihten 1871’e kadar hiçbir devlet sisteme egemen olmaya çalışmamış ve bu dönem ‘Avrupa Uyumu’ olarak adlandırılmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonucunda yok olan güç dengesi Soğuk Savaş dönemiyle iki kutuplu bir hale bürünmüştür. 1991’de SSCB’nin dağılması sonucunda ise ABD önderliğinde kurulmaya çalışan tek kutuplu dünya düzeni, 11 Eylül Saldırısı ve 2000'lerde Rusya ve Çin gibi devletlerin sistemde öne çıkmasıyla başarısızlığa uğramıştır.[8]
Hazırlayan: Gaye Solmaz
- ↑ Tolga Öztürk, Güç Dengesi Teorisi ve Çanakkale Savaşı (Uluslararası İlişkiler Tartışmalarında, 2015)
- ↑ 2,0 2,1 Ali Balcı ve Şaban Kardaş, der. Uluslararası İlişkilere Giriş (İstanbul: Küre Yayınları, 2020), 127-128.
- ↑ Ramazan Gözen, der., Uluslararası İlişkiler Teorileri (İstanbul: İletişim Yayınları, 2019), 171.
- ↑ 4,0 4,1 Ege Demirel, Güç Dengesi Teorisi Perspektifinden Birleşmiş Milletler (Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4.2, 2019) 575-601.
- ↑ Dina A. Zinnes, An analytical study of the balance of power theories (Journal of Peace Research 4.3, 1967), 270-287.
- ↑ Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations The Struggle For Power. (New York, 1948), 125.
- ↑ Mehmet Keyik ve Mehmet Seyfettin Erol, Realizme Göre Güç ve Güç Dengesi Kavramları (Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi 3.1 ,2019), 36.
- ↑ Mehmet Keyik ve Mehmet Seyfettin Erol, Realizme Göre Güç ve Güç Dengesi Kavramları (Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi 3.1 ,2019), 39.