Avrasyacılık

From TUİÇ Sözlük
Jump to navigation Jump to search

Avrasyacılık; Avrasya olarak tanımlanan coğrafi bölge Avrupa ile Asya kıtasının beraberliğini ifade eder.

Avrasya Haritası

Giriş

Jeopolitiğin herkesçe kabul edilen önemi ile birlikte Avrasyacılık kavramının ortaya çıkışı ve yaklaşımının tarihsel gelişimi ve dönüşümü veriler muhtelif olmakla birlikte 1800’lü yıllara denk gelmektedir. Bu yaklaşım İngiliz coğrafyacı Mackinder’in ortaya koyduğu “Kalpgah Kuramı” ile de Uluslararası İlişkiler disiplininde belirgin olarak ele alınmaya başlanmıştır. Avrasyacılık terimine isim veren Alman dilbilimci Humboldt’un yaptığı Avrasya olarak tanımlanan coğrafi bölge Avrupa ile Asya kıtasının beraberliğini ifade etse de jeopolitik anlamda ele alınan kısmı özellikle zengin yeraltı kaynakları açısından stratejik olarak da önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra, Orta Asya bölgesi bu coğrafik alanın kalbi olmak üzere bu bölgenin çevresini Orta Avrupa'ya kadar uzanacak şekilde kapsamaktadır. Görüşe göre bu coğrafik bölgeyi kontrol elinde tutan güç dünya gücü olacaktır. Stratejist Aleksandr Dugin de günümüzde Rusya'nın izlemesi gereken Avrasyacılık anlayışını daha da geliştirerek belirtilen bu merkezin etrafında edinilecek müttefik çevre ülkeler aracılığı ile Rusya'nın bölgenin kontrolünü güçlendirebileceğini ve dünya gücü haline geleceğini savunmaktadır. Nitekim Rusya’nın izlediği dış politikada Dugin’in görüşlerinin yansımaları izlenebilmektedir. Aslında klasik Avrasyacılık olarak ifade edilen anlayış bir ideoloji iken yeni Avrasyacılık anlayışı bir stratejiyi ortaya koymaktadır. Her iki döneme ait anlayışta da batılı ülkeler ve batı medeniyeti yıkıcı unsur olarak değerlendirilmekte tehdit ise daima batıdan algılanmaktadır. Bölgede Rusya haricinde güç mücadelesinde olan bir diğer ülke de ABD'dir. Her ne kadar eskisi gibi hegemon güç olup olmadığı tartışılmakta olsa da hala dünyanın en büyük askeri ve yine dünyanın en borçlu ülkesi olmasına rağmen en büyük ekonomisi konumunda olan ABD'nin de bu bölge üzerinde izlediği kuşatma politikaları şimdilik iki büyük devleti bu bölgede karşı karşıya getirmektedir.

Avrasyacılığın Başlangıcı- Çarlık Rusya Dönemi

Çarlık Rusya’da 1700’lü yılların başında Çar büyük Petro döneminde yapılan reformlar ve ıslahatlar ile başlayan batılılaşma süreci Romanov Hanedanı boyunca devam etmiştir. Avrasyacılık yaklaşımının ilk ortaya çıkışı batı dünyasının değerlerine muhalefet şeklinde görülmektedir. Yani Avrasyacılık anlayışının bir ideoloji olarak benimsenmesi ve taraflar bulması söz konusudur.[1] Çarlık Rusya’da süregiden tartışmalar batı dünyasının hangi unsurlarının benimsenmesi gerektiği üzerine devam etmekteyken batılılaşma idealinde olan reformistlere karşı milliyetçi-muhafazakâr Slavofiller iki baskın görüşün yansıması idi. Avrasyacılar ise Slavofillere yakın olmakla birlikte onlar kadar koyu milliyetçi değillerdi ancak Ruslar ile beraber bu topraklarda yaşayan diğer unsurların da Rus yönetimi altında kaynaşmasını savunan bir dünya görüşünü benimsemişlerdir. Özellikle, bu dönemde Batı’yı temsil eden bir kavram olarak kullanılan Romen –Alman değerler sisteminin farklı bir coğrafyada bulunan farklı toplumların değerlerine uygun olmayacağını savunmaktadır. Rusya ne sadece batıdır ne de sadece doğu; doğu ile batıyı kapsayan bir medeniyettir.[2] Bu anlamda Rusya kendini bir taraftan da Bizans İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak algılanıyordu. Çünkü Bizans İmparatorluğu da hem batı hem doğuyu kapsıyordu. Hatta Moskova’yı da üçüncü Roma olarak empoze etmeye çalışıyorlardı. Batının tüm dünyaya empoze etmek istediği kendi değerlerinin Rusya ve bu coğrafyada yaşayan halklar için uygun olmadığı görüşü savunulmaktadır. Aynı zamanda diğer coğrafyalarda kurulu devletlere de bu konuda örnek olmayı amaçlamaktadır. Rusya’nın kendini gerçekleştirmesi Ruslar ve bu coğrafyada yaşayan diğer ırksal unsurların etkileşimi ve sinerjisi ile mümkün olabilecektir.

SSCB Döneminde Avrasyacılık Yaklaşımı

19.yy’da “denizlere hükmeden dünyaya hükmeder” hâkim görüşü başka bir deyişle Atlantikçi yaklaşım teknolojinin gelişip demiryollarının çoğalmasıyla kara ulaşımının kolaylaşması sonucu artık karasal hakimiyetlerin de artan önemi ile tartışılmaya başlandı. Bu tartışmaya öncülük eden ise ilk olarak 1904 yılında ortaya koyduğu “mihver” bildirisini 1919 yılında daha da geliştirerek kara hakimiyet teorisini açıklayan İngiliz coğrafyacı ve politikacı Mackinder olmuştur. Sovyetler Birliği ile beraber Çarlık Rusya döneminde yeşeren Avrasyacı ideoloji ülke içeresinde kendine yer bulamadı. Bolşevik Rejim komünist ideoloji haricindeki görüşleri olumsuz karşılamaktaydı.[3] Dolayısıyla, dönemin önemli Avrasyacıları Bolşevik darbe sonrası ülkeden kaçan Rus muhacirleri olarak nitelenen bazı isimlerden oluşmaktaydı. Bolşevik dönemde en fazla öne çıkan Avrasyacı Lev Gumilyev’dir. Gumilyev de Avrupa’nın emperyalist kültür asimilasyonuna karşı eleştirel yaklaşmış ve Slav, Türk ve Moğol halkların tarihsel olarak Avrasya’da daha uyumlu yaşadıklarını savunmuştur. Aynı zamanda bu ırkları kapsayan Avrasya halkını “Süper Etnos” olarak tanımlamıştır. SSCB döneminde iki kutuplu dünya bulunmaktaydı ve Avrasyacılık anlayışı söylem olarak yer almasa da uygulamada farklı motivasyonlarla yer almakta olduğunu görmek mümkündür.

Rusya’nın Avrasyacılık Politikaları

Tahran-Moskova-Ankara

Komünist rejim altında su yüzüne çıkamayan ideolojik tartışmalar 1990’lı yıllarda yeniden canlanmıştır. Daha doğrusu SSCB’nin son dönemden itibaren 80’li yıllarda ülkenin bir çıkış yolu bulması yolunda farklı görüşlerin öne sürülmesi başlamıştır. Rusya döneminde benimsenen yaklaşım, önceki ideolojiden farklılıklar içerdiğinden “Yeni Avrasyacılık” olarak adlandırılmakta dolayısıyla diğeri de “Klasik Avrasyacılık” olmaktadır. Farklılıklar üzerinden gitmek gerekirse ilk dönem ideoloji şeklinde ortaya çıkan Avrasyacılık yaklaşımda karşıt olarak benimsenen Avrupa ve dünyaya empoze edilmek istenen Avrupa değerleri idi. Yeni Avrasyacılık ise karşıt unsurun ya da rakibin ya da düşmanın ABD veya başka bir tanımlama ile Atlantikçi yapı olduğu görülmektedir. Çünkü iki dönem arasında dünya güç değerleri değişmiş ve iki dünya savaşı sonrası Avrupa eski gücünü kaybederken ABD yeni dünya gücü olarak ortaya çıkmıştır. SSCB’nin 1989 yılında dağılması ile resmen biten Soğuk Savaş dönemi sonrası iki kutuplu dünya tek kutba dönmüştür. Rusya kendi içine dönmüştür. Bir süre sonra Putin Rusya'yı tekrar etkin hale getirmeye başladığını söylemek mümkündür. 1990’lı yıllarda Rusya Federasyonu’nun ilk devlet başkanı Boris Yeltsin döneminde Batılılaşma yanlısı reformist politikalar yürütülmesi batılılaşmanın Çarlık Dönem'de olduğu gibi ülkeye bir fayda sağlamayacağını düşünen karşıt görüşlerin söylemleriyle eleştiriye uğramış ve devamında Rusya’da Avrasyacılık akımının yaygın bir şekilde ülke yönetim kademesi tarafından benimsenmesi söz konusu olmuştur. Nitekim SSCB’nin başarısız olması ve sonunda dağılmasının yarattığı travmayı atlatmak ve yeniden güçlü bir şekilde dünya sahnesine çıkmak için en uygun ve uygulanabilir politika olarak Avrasyacılık görülmektedir. Yeni ideolojinin klasik Avrasyacılığın romantik yaklaşımından diğer farklılığı da güç konumuna odaklanmasıdır. Bu anlamda hem askeri hem de ekonomik konularda reel politik stratejileri izlenmesine rehberlik etmektedir. Öncelikli amacın zaten Rusya’yı eski gücüne yeniden kavuşturmaktır. Bu doğrultuda, SSCB çatısı altında beraber olan Avrasya merkezi devletlerin ekonomik siyasi ve askeri örgütlenmeler altında yeniden bir araya getirilmesine yönelik politikalar yürütülmektedir. Avrasya’nın merkez ya da aKlpgah olarak adlandırılan bölgesinde Rusya’nın kurumsal örgütlenmeler ile birlikte bölgesel iş birliğini geliştirmek ve entegrasyonu güçlendirmeye yönelik olarak 1990’lı yılların başından itibaren attığı başlıca adımlar Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) oluşumu, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Gümrük Birliği ve Avrasya Ekonomik Birliği (AEB)’dir. Bu örgütlerin temel amacı; dağılma sürecinin sorunsuz yaşanmasını sağlamayı amaçlamıştır. Pragmatik yaklaşımın yanı sıra SSCB sonrası güçlenen Avrasyacılık anlayışında din unsuru yeniden önemli hale gelmiştir. Ortodoksluk ile Müslümanlık arasında, Katoliklik ile Ortodoksluk arasında daha fazla uyum olduğu ifade edilmiştir.

Yeni Avrasyacılık akımı da kendi içerisinde farklı yaklaşımlara sahiptir: Demokratik Avrasyacılık, Ilımlı Avrasyacılık, Aşırılıkcı Avrasyacılık ve Milliyetçi-Muhafazakâr ya da Slavofil Avrasyacılık belirgin olanlardır. Dugin de Atlantik ittifakına karşı geliştirdiği stratejilerini ortaya koyarken Avrasya’yı ve merkezindeki Rusya’nın gücünü geliştirmek yolunda çevre ülkelerle kurulması gereken ittifakları gerekçeleri ile kısaca şu şekilde ortaya koymuştur: Doğu’da Japonya’nın müttefikliği hem stratejik olarak önemlidir hem de bu iş birliğini sağlamak zor olmayacaktır çünkü Japonya’nın ABD ile arasında bir karın ağrısı mevcuttur. Güneyde İran muhtemel müttefiktir ve stratejik önemlidir. Batı da ise Almanya'yı müttefik olarak elde etmek önemlidir. Almanya gelişmiş teknolojisi ve bilgi birikimi ile Avrasya’nın batısını temsil edecek önemli bir ülkedir. Almanya’nın tarihsel süreci bu durumu zorlaştırmayacaktır.

ABD’nin Avrasya Stratejisi

ABD’nin Soğuk Savaş sonrası SSCB’nin çöküşü ile zaferini ilan etmiştir. ABD’nin kapsama alanını genişletmesi için harekete geçmesi yeterli olacaktır artık. Irak ile yaşanan Körfez Savaşı ABD üstünlüğünü perçinleyen bir gösteri olmuştur. Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile ABD askeri gücüne ihtiyaç duymayan AB ülkeleri konusunda yeni stratejiler belirmesi gereken bir döneme girmiştir.[4] Nitekim Polonya ve Ukrayna’nın AB’ye dahil edilmesi yönünde motivasyon oluşturulmaya çalışıldı. Ek olarak, kuzeyde bulunan Baltık ülkelerinin birliğe katılımı stratejik önemde idi. ABD öncelikle AB üzerinden bu ülkeleri ekonomik olarak NATO ile askerî açıdan entegre etmek istemiştir. Çin’in SSCB dağılması sonucu ortaya çıkması ile bölgedeki dengeler hassaslaşmıştır. 2000’li yıllarda ABD bu bölgeye yerleşmenin yolunu 11 Eylül Saldırısında bulmuştu. Saldırı sonucu vakit kaybeden saldırıya sebep olduğunu düşündüğü Taliban yönetimindeki Afganistan’a askeri harekât düzenledi.[5] Bu süreçte, ABD Orta Asya’daki eski SSCB ülkelerinin bir kısmında üs elde etti. Bu durum Rusya’nın ulusal çıkarlarına ters düşen bir noktadaydı. Avrasya hakimiyeti üzerine geliştirilen stratejilere bakıldığında hem Rus stratejik Dugin hem de ABD’li stratejist Brzezinski’nin üzerinse durduğu noktalar aynıdır. Doğu’da bulunan Japonya için Batı'daki Almanya ve Güney'deki İran için Avrasya bölgesinin önemi yadsınamazken Çin ve Hindistan'da bölgeye oldukça önem vermektedir.

Hazırlayan: Ömer İMAMOĞLU


  1. YILMAZ S. “Yeni Avrasyacılık ve Rusya” (Erişim Adresi 06.03.2022 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/452480)
  2. CENGİZ R. “Avrasyacılık Tartışmaları” (Erişim Adresi 06.03.2022 https://tasam.org/Files/PDF/Raporlar/Avrasyacilik_Raporu.pdf_90319be4-0d3d-4e37-8441-15847873f329.pdf)
  3. CENGİZ R. “Avrasyacılık Tartışmaları” (Erişim Adresi 06.03.2022 https://tasam.org/Files/PDF/Raporlar/Avrasyacilik_Raporu.pdf_90319be4-0d3d-4e37-8441-15847873f329.pdf)
  4. ERŞEN E. “Avrasyacılık Bağlamında Türkiye-Rusya İlişkileri” (Erişim Adresi 06.03.2022 https://www.perspektif.online/avrasyacilik-baglaminda-turkiye-rusya-iliskileri/)
  5. TUFEKCI O. ““Klasik” ve “Yeni” Avrasyacılık: Geçmişten Gelen Devamlılık” (Erişim Adresi 06.03.2022