"1967 Savaşı:Altı Gün Savaşı" sayfasının sürümleri arasındaki fark

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
("1967 Mayısında Orta Doğu’daki kuvvetler dengesi, Arapların lehineydi.Zira İsrail’in yanında yer alan ABD’nin bir Vietnam sorunu vardı. Ayrıca İ..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(& gün savaşları düzenledim)
 
1. satır: 1. satır:
1967 Mayısında Orta Doğu’daki kuvvetler dengesi, Arapların lehineydi.Zira
+
'''''Altı Gün Savaşları''''', diğer bir adıyla '''''3. Arap- İsrail Savaşı''''' ya da '''''Haziran Savaşı''''', 1967 yılında Pan-Arabizm ülküsü güden Arap devletleriyle İsrail arasında gerçekleşmiş ve Arapların hezimete uğramasıyla sonuçlanmış bir savaştır.
İsrail’in yanında yer alan ABD’nin bir Vietnam sorunu vardı. Ayrıca İngiltere ve
 
Fransa’nın da silahli desteğini uluslararası şartlar gözönünde bulundurulduğunda
 
İsrail’in elde etmesi zordu (Kürkçüoğlu, 1972: 141). Oysa Sovyetler Birliği,
 
1955’ten beri Arapların yanındaydı. Onları devamlı bir surette silahlandırıyor,
 
askerî eğitim için uzman desteği sağlıyordu. Araplar 1967 savaşı öncesi silah ve
 
teçhizat bakımından İsrail’den üstün konumda gözüküyorlardı.
 
  
Araplara göre 1967 savaşının sebebi; “İsrail’i çeviren Arap Devletlerinin
+
=='''Tarihsel Arka Plan'''==
topraklarına karşı” İsrail tarafından gerçekleştirilen “zalim saldırı ve kışkırtma”
+
Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İngiltere, işgal ettiği eski Osmanlı topraklarından biri olan Filistin bölgesinde bir İsrail devleti kurmak amacında olduğunu belli etmişti. Yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile bölgede Yahudi etkinliğinin artmasına sebep olmuş bu da Arap-Yahudi sorununu ortaya çıkarmıştı. Bu çatışmayı kontrol altında tutmak için her ne kadar Filistin Mandasını kurmuş olsa da Birleşmiş Milletler’in bölgede Filistin ve İsrail olarak iki devletin kurulmasına karar vermesi üzerine 14 Mayıs 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesini kimse engelleyememiştir.
hareketleriydi. Araplar savaşın en önemli sebeplerinden biri olarak 1948 yılından
 
beri var olan “Arap mülteciler meselesi”ni göstermekteydi. İsrail’in kurulması
 
sonrası İsrail topraklarında yaşayan binlerce Filistinli yurtlarını terk etmek zorunda
 
kalmış, çevredeki Arap ülkelerine sığınmıştı. Bu göçmenler Arap Devletlerinden
 
İsrail’e saldırılar düzenlemekteydi. Türkiye’deki Arap Büyükelçilerinin 27 Mayıs
 
1967 tarihinde yayınladıkları ortak bildiriye göre Filistinlilerin bu saldırıları
 
“Arap ülkesinin iradesinden uzak olarak” gerçekleştirilmekteydi. Filistinlilerin
 
“gizli olarak teşkilatlanmaları münasebetiyle” de faaliyetlerinin herhangi bir Arap
 
Devleti tarafından kontrol altına alınması imkânsızdı (Arap Büyükelçilerinin…,
 
1967: 3-4).
 
Araplar, mülteciler sorunundan hareketle İsrail’i ortadan kaldırmayı
 
düşünürken, İsrail, mülteciler meselesinin çözümlendiği düşüncesindedir. İsrail
 
Enformasyon Servisi tarafından yayımlanan “Arap Mülteciler Meselesi” isimli 29
 
sayfalık bir kitapçıkta bu sorun “siyasal ve sosyo-iktisadi yönleri olan” bir konu
 
olarak iki kısımda ele alınıyordu. İsrail, ülkesinden göç eden mültecilerin geçen
 
süreç içinde yaşadıkları yöreye uyum sağladığı, buradaki insanlarla dinleri ve
 
dillerinin bir olduğu, gelenek ve medeniyetlerinin benzediği fikrindeydi. Böylece
 
sorunun sosyo-iktisadi kısmı “kendi kendine” çözümlenmişti. Ancak, sorunun
 
siyasi kısmı Arap liderlerinin sorunu “açık tutmaya ve İsrail’e karşı bir silah
 
olarak kullanmaya kararlı gibi” olmalarından dolayı çözümlenememişti.
 
  
1967 başından beri Suriye ile İsrail ilişkileri gergindi. İsrail, Filistinli gerillaların
+
İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından ABD ve SSCB bu devletin bağımsızlığını tanımış, fakat bölgede bir Yahudi devleti istemeyen ve İsrail Devleti’nin kurulmasını bölgenin güvenliği için tehlikeli bir durum olarak yorumlayan Arap devletleri, bölgenin güvenliğinden sorumlu oldukları gerekçesiyle İsrail’e savaş açmıştır. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’ın bu hamlesine karşılık dönemin büyük güçleri sessiz kalmamış; ABD bu ülkelere silah ambargosu uygularken SSCB ise İsrail’e silah desteği sağlayarak bu savaşta saflarını belli etmişlerdir. Ürdün Kralı’nın İsrail ile ateşkes yapmasıyla sonlanan bu kuruluş savaşı İsrail Devleti’nin topraklarını genişletmesini sağlamıştır.<ref>Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1801.</ref>
Suriye’den topraklarına girdiğini iddia ediyordu. 24 Mart 1967 tarihinde İsrail
+
[[Dosya:Cemal Abdülnasır.jpg|küçükresim|Cemal Abdülnasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti (günümüzde Mısır) Cumhurbaşkanı]]
Genekurmay Başkanı İzak Rabin, bu saldırılar devam ettiği takdirde, Suriye’ye
+
1952 yılında Mısır’da darbe ile baş gelen Cemal Abdülnasır büyük bir pan-Arabist olarak Ortadoğu’da Batı emperyalizmine karşı tek önder olduğu iddiasıyla politikasında iki yol izlemiştir: İsrail’e karşı güçlenmek ve Mısır’ın kalkınmasını sağlamak. Mısır’ın kalkınmasını sağlamak amacıyla Batılı devletlerden istediği kredi Sovyet Bloğunda yer alan Çekoslovakya’dan İsrail’e karşı güçlenmek amacıyla aldığı silah desteği nedeniyle reddedilmiş, bu da Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmesine yol açmıştır. Batı Avrupa’nın petrol yolunun Nasır denetimi altına sokan bu adım Fransa ve İngiltere tarafından hoş karşılanmamış ve bu iki ülkenin Mısır’a saldırmasına, bunu da uluslararası kamuoyundan tepki görmemek amacıyla İsrail üzerinden yürütmelerine yol açmıştır. İsrail’in bir maşa olarak kullanıldığı bu 1956 İkinci Arap-İsrail Savaşı ya da Süveyş Bunalımı, bölgede Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün konuşlanmasına sebep olmuş, Nasır’ın imajını güçlendirmiş ve Sovyetler Birliği’nin etkisini arttırmasını sağlamıştır.
karşı harekete geçmenin gerekli olabileceğini söylüyordu.
+
=='''Altı Gün Savaşı'''==
İsrail, Filistin fedailerinin hareket noktası olarak yapacakları veya faaliyetleri
+
1960’lı yıllara gelindiğinde bölgedeki gerginlik hız kesmeden devam ediyordu. Arap devletleri, İsrail karşısında aldıkları yenilgiyi hazmedemiyor ve bu durumu tersine çevirmenin bir yolunu arıyorlardı. Özellikle Sovyetler Birliği tarafından silahlandırılan Nasır, konuyu bir prestij meselesi olarak görüyor ve bunun yanında, bu yenilginin intikamını alarak Mısır Devleti’nin Ortadoğu’da üstünlüğünü kanıtlamak istiyordu.<ref>Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1805.</ref> Ayrıca Nasır, Filistin’i Siyonist işgalcilerin elinden kurtarmayı amaçlıyordu. Ona göre bu ancak İsrail karşısında Arap devletlerinin birleşmesiyle mümkün olabilirdi.<ref name=":0">William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Agora Kitaplığı, İstanbul, 2015), s. 374-380.</ref>
yolunda geçecekleri Arap ülkelerine saldıracağını açıklamıştı. İsrail’in bu
 
açıklaması Araplara göre “Filistin mültecilerinin yaşadıkları bütün Arap Devletleri
 
ile savaşmak istediği” anlamına gelmekteydi. Nitekim İsrail Başbakanı da Şam
 
şehrini işgal edeceğini ilan etmişti. İsrail, Suriye sınırına büyük bir yığınak
 
yapmaktaydı. Bu durum karşısında Arap Devletleri, “Suriye’yi savunmak” için
 
birlikte hareket edeceklerini ve “herhangi bir siyonizm tehlikesine karşı” beraber
 
olacaklarını ilan ediyorlardı (Arap Mültecileri..., 1967: 4-5).
 
Mısır makamları İsrail’in Suriye’ye hücuma hazırlandığını ve böyle bir
 
hücum hâlinde derhâl Suriye’nin yardımına koşmak için İsrail’e karşı harekete
 
başlayacaklarını bildirmekteydiler. Doğu Bölgesi Komutanlığı’na atanan General
 
Abdulmuhsin Murteza, birliklerinin “Yahudilere karşı kutsal bir savaş açmaya”
 
hazır olduklarını belirtmişti (Hürriyet, 20 Mayıs 1967).
 
Bu arada Irak, İsrail’e karşı herhangi bir Arap harekâtını destekleyeceğini Nasır’a bildirmiştir. Bunun yanı sıra Irak Savunma Bakanı General Şakir Mahmut Şükrü de gazetecilerin sorularına: “1967 yılının Filistin davası için kesin bir yıl olacağına inanıyorum.
 
Irak ordusu şimdi tamamiyle savaş düzenindedir ve Suriye kuvvetlerinin yanı
 
başında çarpışmalara katılmaya hazırdır.” demekle Irak’ın, İsrail’in Suriye’ye
 
saldırması hâlinde Suriye’nin yanında olacağını bir kez daha tekrarlıyordu.
 
Mısır, bu bilgilerin ışığında İsrail’e karşı bir askerî harekât yönünde ilk adımı
 
16 Mayısta attı. Bu tarihte Mısır’da olağanüstü hal ilan edildi ve bütün silahlı
 
kuvvetlerin savaşa hazır durumda oldukları açıklandı. Bunu Ürdün, Suriye,
 
Irak ve Kuveyt’te de olağanüstü hal ilanları izledi. 18 Mayısta Nasır, BM Genel
 
Sekreteri U-Thant ile görüşerek 1956 savaşından beri Gazze ve Sina’da bulunan
 
BM Barış Gücü’nün geri çekilmesini istedi. Bu istek olumlu karşılanarak BM
 
askerleri bölgeden çekilmeye başladı. 19 Mayısta bu kuvvetlerin yerini Mısır
 
askerlerinin alması “durumu birden bire ciddileştirmiş” ve Mısır-İsrail sınırında
 
“harp tehlikesine” neden olmuştu (Hürriyet, 20 Mayıs 1967).
 
İsrail, BM Barış Gücü askerlerinin geri çekilmesini, İsrail’in askerî güvenliğine
 
ve hayati deniz hürriyetine karşı meydana gelecek “zarar” nedeniyle kendi fikrinin
 
alınmadan yapılmasına karşı çıkmıştı.
 
Bu esnada askerî hazırlıklarını sürdüren Mısır, İsrail sınırına asker ve tank yığmaya
 
devam etmiş, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün ortak hareket için birleşmiştir
 
(Tercüman, 23 Mayıs 1967). Mısır kuvvetleri Akabe Körfezi’nin girişinde yer
 
alan stratejik Şarm el Şeyh Bölgesi’ne 21 Mayıstan itibaren yerleşmeye başlamıştır
 
(Hürriyet, 23 Mayıs 1967). Mısır’ın bu bölgeye yerleşmesi Akabe Körfezini
 
kontrol etmesi anlamına geliyordu. Zaten Mısır da bir süre sonra bu bölgeye
 
yerleşmenin getirdiği avantajla savaşa giden yolda en önemli adımı atacaktı.
 
  
23 Mayısta Mısır, savaşa giden yolda en önemli adım olan Akabe Körfezi’nin
+
Arap devletleri, İsrail’i Batı emperyalizminin yayılmacı bir kolu olarak görüp er ya da geç toprak kazanmak amacıyla Arap devletlerine saldıracağını düşünürken İsrail de Sovyetler Birliğinin Arap devletlerine yaptığı silah yardımı sebebiyle endişeleniyordu. Bu durumu kızıştıran diğer bir olay ise 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne mensup gerillaların, Ürdün üzerinden geçerek İsrail’e saldırı gerçekleştirmesiydi. Suriye’de üslenen Filistinli gerillalar Ürdün topraklarından geçerek İsrail’e baskın düzenliyorlardı ve İsrail de bu baskınlara misilleme yapıyordu.<ref name=":0" /> Suriye-Filistin sınırındaki çatışmaların kızışması üzerine Mısır, 1956’da yaşanan savaş sonucunda bölgeye yerleşen BM Barış Koruma Gücü’nü yardıma çağırarak bölgede olağanüstü hal ilan etti.
girişindeki Tiran Boğazı’nı İsrail gemilerinin geçişine kapattı. Başkan Nasır, 23
 
Mayısta Sina’da Mısırlı havacılara hitaben yaptığı konuşmada “bundan böyle
 
bütün İsrail bandıralı veya stratejik madde taşıyan gemilerin Akabe Körfezi’ne
 
giriş ve çıkışları yasaklanmıştır.” demişti.
 
Araplar Akabe Körfezi’ni “kapalı bir körfez” olarak görmekteydi. Mısır, Ürdün
 
ve Suudi Arabistan’ın karasuları olarak görülen Akabe Körfezi’nin kapatılması,
 
Mısır’ın “hükümranlığını teyit etmek” ve “düşman İsrail” gemilerine kapatılmak
 
suretiyle istiklal ve güvenliklerini korumak yolunda alınacak en olağan tedbirdi
 
(Arap Büyükelçilerinin..., 1967: 7-8). Oysa İsrail’e göre abluka, “silah zoruyla
 
konan ve tatbik edilen bir harp hareketi”ydi.
 
İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’ın ifadesiyle “ablukanın tatbik edildiği andan itibaren fiili çatışmalar” başlamıştı. Artık İsrail,
 
BM kararlarına uymak zorunda değildi (İsrail Dışişleri..., 1968: 17).
 
Mısır Akabe Körfezi’ni kapatmakla İsrail’e gidecek mal ve özellikle petrolün
 
önünü kesmişti. İsrail’in buna tepkisi ise yukarıda belirtildiği gibi İsrail gemilerine
 
yapılacak bir saldırının savaş ilanı sayılacağını bildirmesiydi (Armaoğlu, 1994:
 
243).
 
  
Sovyetler Birliği, 23 Mayısta bir açıklama yaparak bu bunalımda açıkça Arapları
+
1966 yılında, iktidarı devirerek başa gelen ve İsrail’e karşı sert bir politika yürütülürken aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ilişkilerin ilerletilmesini isteyen Baas Partisi’nin sol kanadı, Mısır’ın bu hareketi üzerine Nasır’ın korkaklık yaparak savaştan kaçmakla suçladı. Bu arada Sovyetler tarafından, İsrail’in büyük çaplı bir askeri harekat hazırlığında olduğunu belirten yanlış istihbaratın da etkisiyle Nasır gücünü kanıtlamak adına Suriye’ye destek için Sina Yarımadası’na asker gönderdi. Ayrıca tüm BM güçlerinin bölgeden çekilmesi konusundaki talebini kabul ettirerek İsrail ve Mısır arasındaki kalkanı ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda 7 Kasım’da ise, Suriye ile Mısır arasında bir savunma antlaşması imzalandı ve sınırın iki yanından Mısır ve Suriye birlikleri birbirlerini kollamaya başladı.<ref name=":1">Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, (İmge Kitabevi, Ankara, 2019), s. 594-598.</ref>
desteklediğini bildirmişti. Yapılan açıklamada “mütecavize karşı mukavemette
 
bulunacağı” ifade edilmişti (Zafer, 25 Mayıs 1967). ABD Başkanı Johnson ise,
 
Orta Doğu ülkelerini barışı bozacak davranışlardan kaçınmaya davet ediyordu.
 
BM Genel Sekreteri U-Thant sorunu görüşmek üzere 23-25 Mayıs arasında
 
Mısır’a gitmiş, karatmadan dolayı mum ışığı altında yenen yemekte Nasır, “İlk
 
ateşi açan Mısır olmayacaktır.” demişti (Akşam, 10 Haziran 1967). U-Thant bu
 
görüşmelerinde barış yönünde bir gelişme kaydedemiştir. Genel Sekreterin bu
 
başarısızlığı savaşa bir adım daha yaklaşılması demekti.
 
  
Orta Doğu’da savaş atmosferinin hızla yoğunlaştığı sırada Mısır Millet Meclis
+
Bu gelişmeler üzerine İsrail, Kasım ayının ortalarından itibaren, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silâhlarla karşılık verilmeye başladı. Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile İsrail arasındaki hava muharebesinde İsrail uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler. Bu durum bilhassa Arap devletlerine yansımış, aralarındaki ilişki büyük oranda gerginleşmişti.
29 Mayısta, Başkan Nasır’a oy birliğiyle olağanüstü yetkiler verilmesini kabul
 
etti (Tercüman, 30 Mayıs 1967). Nasır bunun üzerine yaptığı konuşmada “eğer
 
Batılı ülkeler haklarımızı çiğnemeye çalışırlarsa bize saygı göstermeyi onlara
 
öğreteceğiz” demişti (Tercüman, 31 Mayıs 1967). Nasır’a göre Akabe girişinde
 
yer alan Tiran Boğazı Mısır’ın karasularıydı ve dünyada hiçbir kuvvet Mısır’ı
 
topraklarına hâkim olmakta alıkoyamazdı. Oysa İngiltere Akabe Körfezini
 
uluslararası bir su yolu sayıyordu. Bu gelişmeler karşısında ablukaya karşı
 
müdahale yapılması ve ablukanın kaldırılması beklenmekteydi (Zafer, 31 Mayıs
 
1967). Fakat Mısır bu kararında azimliydi ve hiçbir kuvvet onları bu kararından
 
alıkoyamazdı. Bu kararlılığını Akabe Körfezi’ne girmeye çalışan Liberya bandıralı
 
bir tankeri durdurmakla göstermişti (Hürriyet, 31 Mayıs 1967). Bütün Arap
 
Devletleri Arap topraklarını korumaya ve sularının ve topraklarının her karışına
 
olan egemenliklerini savunmaya kararlıydılar (Arap Büyükelçilerinin..., 1967:7).
 
Savaşa hazırlık yolunda Mısır ile Ürdün arasında 30 Mayısta bir savunma
 
anlaşması imzalandı (Hürriyet, 31 Mayıs 1967).
 
  
Mısır İsrail’in ani bir hava saldırısından çekinmekteydi (Zafer, 5 Haziran 1967). İsrail’in yıldırım
+
Savaşı başlatacak gelişme ise 22 Mayıs’ta gerçekleşti. Nasır 22 Mayıs’ta Tiran Boğazını İsrail gemilerine, 24 Mayıs’ta ise bütün deniz trafiğine kapattı. Savaşa doğru hızla yol alınırken halihazırda Vietnam ile başı dertte olan ABD ve Sovyetler Birliği harekete geçerek savaşı önlemeye çalıştılar. Ancak bu çabalar bir sonuç vermedi.<ref>Yağmur Ekim Yılmaz, Altı Gün Savaşları, Anka Enstitüsü, 2017.http://ankaenstitusu.com/alti-gun-savaslari/</ref> Ordusunun büyük bir kısmının Yemen’de olmasına rağmen böyle bir hamle yapan Nasır’dan güç alan Ürdün ve Irak, Mısır ile karşılıklı savunma anlaşması imzaladı.
harekâtına geçerek Mısır Halkı’nı “gafil” avlamaması için halktan verilen alarmdan
 
sonra bütün ışıkları söndürmesi ve sığınaklara gitmesi isteniyordu. Ayrıca yaşları
 
18 ile 50 arasında olan herkes halk kuvvetlerine katılmaya çağrılmıştı (Hürriyet,
 
5 Haziran 1967). Bu arada İsrail, savaş için bir yandan askerî hazırlıklarına
 
devam ederken diğer yandan da kabinede savaşa yönelik değişikliklere gitmiştir.
 
1956 savaşında Mısır’a karşı savaşmış olan Moşe Dayan Savunma Bakanlığı’na
 
getirilmişti (Zafer, 2 Haziran 1967).
 
  
Mısır, İsrail çevresindeki çemberi iyice daraltmak amacıyla Irak’ı 4 Haziranda
+
Bu gelişmeleri bir savaş tehdidi olarak algılayan İsrail, ilk saldırının Araplar tarafından yapılmasını beklemek yerine 5 Haziran 1967 sabahı neredeyse sahip olduğu tüm hava kuvvetleri gücünü kullanarak Mısır hava kuvvetlerine ait tüm uçakları imha etti. Mısır’a yardıma gelen Suriye ve Ürdün hava kuvvetlerini de saf dışı bırakan İsrail, 9 Haziran’da jeopolitik açıdan önemli olan Golan Tepelerine saldırarak o bölgeyi de hakimiyetleri altına aldılar. Aynı gün, Süveyş Kanalı’na kadar gelmiş olan İsrail ile Mısır arasında bir ateşkes imzalanırken diğer yanda savaş devam etti. 11 Haziran tarihinde ise Ürdün’de Batı Şeria’yı İsrail’e bırakmış, Golan Tepelerini İsrail’e kaybeden Suriye ile de ateşkes imzalanmıştır.<ref name=":0" /><ref name=":1" />
Mısır-Ürdün savunma anlaşmasına bağlayan protokolü imzaladı. İmza töreni
+
 
sonrası Nasır, Kahire Radyosuna verdiği beyanatta “sizi savaşla karşılıyoruz ve
+
Taraflar arasındaki savaşı bitirmeye çalışan BM, harekete geçerek 22 Kasım 1967’de 242 Sayılı Kararı yayınlamıştır. Karar savaşla toprak kazanımının olamayacağını savunuyor ve İsrail’in Altı Gün Savaşları’nda kazandığı topraklardan çekilmesiyle oluşturulacak kalıcı bir barış ortamını sağlamaya çalışıyordu. Karar Mısır, Ürdün ve İsrail tarafından kabul edilse de yayınlanan kanunların ucunun açıklığı sebebiyle Suriye ve Filistin tarafından kabul edilmemiştir.<ref name=":0" />
intikam alabilmek için savaşın başlaması arzusuyla yanıyoruz. Bu, dünyanın,
+
=='''Sonuç'''==
Arapların ne olduğunu ve İsrail’in ne olduğunu anlamasını sağlayacaktır” diyerek
+
Altı gün içerisinde tüm Arap devletlerinin İsrail tarafından bozguna uğratılması Arap devletleri için yıkıcı olmuş ve pan-Arabizm ülküsünün sonunu getirmiştir. Bu sebeple, Arap Birliği’ni savunan Nasır’ın bölgedeki imajı sarsılmış ve Mısır yönetimi zarar görmüştür. Bunun yanında, İsrail’e destek vermiş olan ABD’ye karşı Ortadoğu’nun tavrı değişmiş, Sovyetler Birliği’ne daha yakın bir çizgide ilerlemeye başlamışlardır. Savaş sürecinde Arap devletlerine silah yardımı sağlayan Sovyetler Birliği ise bunu fırsat bilerek bölgede nüfuzunu arttırmış, askeri birliklerin eğitimini kendisi üstlenmiştir. Son olarak, İsrail tarafından işgal edilen yerlerde bulunan Arap nüfusu, İsrail için, günümüze kadar gelen bir mülteci ve kimlik sorunu oluşturmuştur.
artık savaşın kaçınılmazlığını dile getiriyordu (İsrail Dışişleri..., 1968: 14). Bu
+
 
arada Çin de Mısır’a yardım teklif etmiş, Sovyetlerin taahhütlerinden vazgeçmesi
+
 
hâlinde askerî yardım yapacağını bildirmişti (Hürriyet, 5 Haziran 1967). Savaşın
+
'''Hazırlayan: Gaye SOLMAZ'''
başladığı 5 Haziran yaklaştıkça taraflar arasında yer yer küçük çaplı çatışmalar
 
da yaşanıyordu. 2 Haziranda Suriye ve İsrail kuvvetleri İsrail toprakları içinde
 
çarpışmış, iki İsrailli ve bir Suriyeli ölmüştü. Ayrıca Ürdün, bir İsrail helikopterine
 
uçaksavarla ateş açmıştı (Hürriyet, 3 Haziran 1967).
 
1967 Arap-İsrail savaşı 5 Haziran günü Kahire saatiyle sabah 8.45’te İsrail uçaklarının
 
Mısır hava üslerine yaptığı ani saldırısıyla başlamış, 10 Haziranda ateşkesin
 
kabulüyle sona ermiştir. Türk basınında birçok gazetenin “84 saatlik savaş”
 
olarak değerlendirdikleri 1967 savaşı, Mısır’ın “beklediği” gibi İsrail tarafından
 
yıldırım taarruzuyla başlamıştır. Bu taarruzda İsrail Mısır uçaklarının 393’ünü
 
yerde kullanılamaz hâlegetirmiş, ilk günkü mücadelede Mısır’ın uçak kaybı 416
 
olmuştur. Aslında İsrail’in bu saldırısıyla “üç saat içinde” kazandığı savaş, fiilî
 
olarak İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında olmuştur. İsrail, BM’nin
 
üçüncü defa yaptığı ateşkes çağrısını kabul ettiğini Türkiye saatiyle 17.00’da
 
açıklamış (Milliyet, 11 Haziran 1967), ve böylece altı gün süren savaş sona ermiştir. <ref> Kenan Olgun:Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı </ref>
 
  
  
 
{{Kaynakça}}
 
{{Kaynakça}}

20.47, 31 Mayıs 2022 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Altı Gün Savaşları, diğer bir adıyla 3. Arap- İsrail Savaşı ya da Haziran Savaşı, 1967 yılında Pan-Arabizm ülküsü güden Arap devletleriyle İsrail arasında gerçekleşmiş ve Arapların hezimete uğramasıyla sonuçlanmış bir savaştır.

Tarihsel Arka Plan

Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İngiltere, işgal ettiği eski Osmanlı topraklarından biri olan Filistin bölgesinde bir İsrail devleti kurmak amacında olduğunu belli etmişti. Yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile bölgede Yahudi etkinliğinin artmasına sebep olmuş bu da Arap-Yahudi sorununu ortaya çıkarmıştı. Bu çatışmayı kontrol altında tutmak için her ne kadar Filistin Mandasını kurmuş olsa da Birleşmiş Milletler’in bölgede Filistin ve İsrail olarak iki devletin kurulmasına karar vermesi üzerine 14 Mayıs 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesini kimse engelleyememiştir.

İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından ABD ve SSCB bu devletin bağımsızlığını tanımış, fakat bölgede bir Yahudi devleti istemeyen ve İsrail Devleti’nin kurulmasını bölgenin güvenliği için tehlikeli bir durum olarak yorumlayan Arap devletleri, bölgenin güvenliğinden sorumlu oldukları gerekçesiyle İsrail’e savaş açmıştır. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’ın bu hamlesine karşılık dönemin büyük güçleri sessiz kalmamış; ABD bu ülkelere silah ambargosu uygularken SSCB ise İsrail’e silah desteği sağlayarak bu savaşta saflarını belli etmişlerdir. Ürdün Kralı’nın İsrail ile ateşkes yapmasıyla sonlanan bu kuruluş savaşı İsrail Devleti’nin topraklarını genişletmesini sağlamıştır.[1]

Cemal Abdülnasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti (günümüzde Mısır) Cumhurbaşkanı

1952 yılında Mısır’da darbe ile baş gelen Cemal Abdülnasır büyük bir pan-Arabist olarak Ortadoğu’da Batı emperyalizmine karşı tek önder olduğu iddiasıyla politikasında iki yol izlemiştir: İsrail’e karşı güçlenmek ve Mısır’ın kalkınmasını sağlamak. Mısır’ın kalkınmasını sağlamak amacıyla Batılı devletlerden istediği kredi Sovyet Bloğunda yer alan Çekoslovakya’dan İsrail’e karşı güçlenmek amacıyla aldığı silah desteği nedeniyle reddedilmiş, bu da Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmesine yol açmıştır. Batı Avrupa’nın petrol yolunun Nasır denetimi altına sokan bu adım Fransa ve İngiltere tarafından hoş karşılanmamış ve bu iki ülkenin Mısır’a saldırmasına, bunu da uluslararası kamuoyundan tepki görmemek amacıyla İsrail üzerinden yürütmelerine yol açmıştır. İsrail’in bir maşa olarak kullanıldığı bu 1956 İkinci Arap-İsrail Savaşı ya da Süveyş Bunalımı, bölgede Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün konuşlanmasına sebep olmuş, Nasır’ın imajını güçlendirmiş ve Sovyetler Birliği’nin etkisini arttırmasını sağlamıştır.

Altı Gün Savaşı

1960’lı yıllara gelindiğinde bölgedeki gerginlik hız kesmeden devam ediyordu. Arap devletleri, İsrail karşısında aldıkları yenilgiyi hazmedemiyor ve bu durumu tersine çevirmenin bir yolunu arıyorlardı. Özellikle Sovyetler Birliği tarafından silahlandırılan Nasır, konuyu bir prestij meselesi olarak görüyor ve bunun yanında, bu yenilginin intikamını alarak Mısır Devleti’nin Ortadoğu’da üstünlüğünü kanıtlamak istiyordu.[2] Ayrıca Nasır, Filistin’i Siyonist işgalcilerin elinden kurtarmayı amaçlıyordu. Ona göre bu ancak İsrail karşısında Arap devletlerinin birleşmesiyle mümkün olabilirdi.[3]

Arap devletleri, İsrail’i Batı emperyalizminin yayılmacı bir kolu olarak görüp er ya da geç toprak kazanmak amacıyla Arap devletlerine saldıracağını düşünürken İsrail de Sovyetler Birliğinin Arap devletlerine yaptığı silah yardımı sebebiyle endişeleniyordu. Bu durumu kızıştıran diğer bir olay ise 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’ne mensup gerillaların, Ürdün üzerinden geçerek İsrail’e saldırı gerçekleştirmesiydi. Suriye’de üslenen Filistinli gerillalar Ürdün topraklarından geçerek İsrail’e baskın düzenliyorlardı ve İsrail de bu baskınlara misilleme yapıyordu.[3] Suriye-Filistin sınırındaki çatışmaların kızışması üzerine Mısır, 1956’da yaşanan savaş sonucunda bölgeye yerleşen BM Barış Koruma Gücü’nü yardıma çağırarak bölgede olağanüstü hal ilan etti.

1966 yılında, iktidarı devirerek başa gelen ve İsrail’e karşı sert bir politika yürütülürken aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ilişkilerin ilerletilmesini isteyen Baas Partisi’nin sol kanadı, Mısır’ın bu hareketi üzerine Nasır’ın korkaklık yaparak savaştan kaçmakla suçladı. Bu arada Sovyetler tarafından, İsrail’in büyük çaplı bir askeri harekat hazırlığında olduğunu belirten yanlış istihbaratın da etkisiyle Nasır gücünü kanıtlamak adına Suriye’ye destek için Sina Yarımadası’na asker gönderdi. Ayrıca tüm BM güçlerinin bölgeden çekilmesi konusundaki talebini kabul ettirerek İsrail ve Mısır arasındaki kalkanı ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda 7 Kasım’da ise, Suriye ile Mısır arasında bir savunma antlaşması imzalandı ve sınırın iki yanından Mısır ve Suriye birlikleri birbirlerini kollamaya başladı.[4]

Bu gelişmeler üzerine İsrail, Kasım ayının ortalarından itibaren, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silâhlarla karşılık verilmeye başladı. Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile İsrail arasındaki hava muharebesinde İsrail uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler. Bu durum bilhassa Arap devletlerine yansımış, aralarındaki ilişki büyük oranda gerginleşmişti.

Savaşı başlatacak gelişme ise 22 Mayıs’ta gerçekleşti. Nasır 22 Mayıs’ta Tiran Boğazını İsrail gemilerine, 24 Mayıs’ta ise bütün deniz trafiğine kapattı. Savaşa doğru hızla yol alınırken halihazırda Vietnam ile başı dertte olan ABD ve Sovyetler Birliği harekete geçerek savaşı önlemeye çalıştılar. Ancak bu çabalar bir sonuç vermedi.[5] Ordusunun büyük bir kısmının Yemen’de olmasına rağmen böyle bir hamle yapan Nasır’dan güç alan Ürdün ve Irak, Mısır ile karşılıklı savunma anlaşması imzaladı.

Bu gelişmeleri bir savaş tehdidi olarak algılayan İsrail, ilk saldırının Araplar tarafından yapılmasını beklemek yerine 5 Haziran 1967 sabahı neredeyse sahip olduğu tüm hava kuvvetleri gücünü kullanarak Mısır hava kuvvetlerine ait tüm uçakları imha etti. Mısır’a yardıma gelen Suriye ve Ürdün hava kuvvetlerini de saf dışı bırakan İsrail, 9 Haziran’da jeopolitik açıdan önemli olan Golan Tepelerine saldırarak o bölgeyi de hakimiyetleri altına aldılar. Aynı gün, Süveyş Kanalı’na kadar gelmiş olan İsrail ile Mısır arasında bir ateşkes imzalanırken diğer yanda savaş devam etti. 11 Haziran tarihinde ise Ürdün’de Batı Şeria’yı İsrail’e bırakmış, Golan Tepelerini İsrail’e kaybeden Suriye ile de ateşkes imzalanmıştır.[3][4]

Taraflar arasındaki savaşı bitirmeye çalışan BM, harekete geçerek 22 Kasım 1967’de 242 Sayılı Kararı yayınlamıştır. Karar savaşla toprak kazanımının olamayacağını savunuyor ve İsrail’in Altı Gün Savaşları’nda kazandığı topraklardan çekilmesiyle oluşturulacak kalıcı bir barış ortamını sağlamaya çalışıyordu. Karar Mısır, Ürdün ve İsrail tarafından kabul edilse de yayınlanan kanunların ucunun açıklığı sebebiyle Suriye ve Filistin tarafından kabul edilmemiştir.[3]

Sonuç

Altı gün içerisinde tüm Arap devletlerinin İsrail tarafından bozguna uğratılması Arap devletleri için yıkıcı olmuş ve pan-Arabizm ülküsünün sonunu getirmiştir. Bu sebeple, Arap Birliği’ni savunan Nasır’ın bölgedeki imajı sarsılmış ve Mısır yönetimi zarar görmüştür. Bunun yanında, İsrail’e destek vermiş olan ABD’ye karşı Ortadoğu’nun tavrı değişmiş, Sovyetler Birliği’ne daha yakın bir çizgide ilerlemeye başlamışlardır. Savaş sürecinde Arap devletlerine silah yardımı sağlayan Sovyetler Birliği ise bunu fırsat bilerek bölgede nüfuzunu arttırmış, askeri birliklerin eğitimini kendisi üstlenmiştir. Son olarak, İsrail tarafından işgal edilen yerlerde bulunan Arap nüfusu, İsrail için, günümüze kadar gelen bir mülteci ve kimlik sorunu oluşturmuştur.


Hazırlayan: Gaye SOLMAZ


  1. Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1801.
  2. Yüksel Kaştan, Ortadoğu’da Arap İsrail Mücadeleleri ve Türkiye, (Tarih ve Medeniyetler Tarihi, 2012, 4), s. 1800-1805.
  3. 3,0 3,1 3,2 3,3 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Agora Kitaplığı, İstanbul, 2015), s. 374-380.
  4. 4,0 4,1 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, (İmge Kitabevi, Ankara, 2019), s. 594-598.
  5. Yağmur Ekim Yılmaz, Altı Gün Savaşları, Anka Enstitüsü, 2017.http://ankaenstitusu.com/alti-gun-savaslari/