Kullanıcı:Hilal Çalışkaner
Uluslararası Göç Terimleri Sözlüğü E-I harfleri arası oluşturulmuş terimler sayfasıdır.
E
Ebeveynlerinden ayrı düşmüş çocuklar (separated children)
Her iki ebeveyninden veya önceki hukuki veya örfi olarak esas bakıcısı kabul edilen kişiden ayrı düşen, ancak diğer akrabalarıyla birlikte olabilecek çocuklar. Dolayısıyla bu terim diğer aile üyelerinin refakatindeki çocukları kapsamaktadır. Avrupa’daki Ebeveynlerinden Ayrı Düşmüş Çocuklar Programı, 2004, İyiUygulamalar Bildirisi’ne (SCEP) göre, ebeveynlerinden ayrı düşmüş çocuklar‘menşe ülke dışında bulunan ve her iki ebeveyninden ya da önceki hukuki/örfiolarak esas bakıcısı kabul edilen kişiden ayrı düşmüş çocuklardır’. SCEP,‘ebeveynlerinden ayrı düşmüş bazı çocuklar Avrupa’ya vardıklarında birinin‘refakatinde’ görünseler de, refakat eden yetişkin bu çocukların bakımına ilişkinsorumluluğu üstlenemeyebilir veya bu kişinin üstlenmesi uygunolmayabilir’ görüşüyle, ‘refakatiz’ ifadesi yerine ‘ebeveynlerinden ayrı düşmüş’ ifadesini kullanır. Ayrıca bkz. ‘çocuk’, ‘küçük’, ‘refakatsiz çocuk’.
Egemenlik (sovereignty
Uluslararası hukuk bağlamında egemenlik üç temel açıdan incelenebilir: Harici, dâhili ve ülkesel. Egemenliğin harici boyutu bir Devletin diğer devletlerle yada diğer varlıklarla ilişkilerini, başka bir devletin kısıtlaması ya da kontrolü olmadan özgürce belirleme hakkıdır. Egemenliğin bu boyutu aynı zamanda bağımsızlık olarak da bilinir. Egemenliğin dâhili boyutu bir Devletin kendi kurumlarının karakterini belirleme, kendi seçtiği yasaları uygulama ve bunların saygı görmesini sağlamaya ilişkin sahip olduğu hakkı ya da yetkisidir. Göç bağlamanda bu, bir Devletin egemen ayrıcalığının, hangi yabancıların topraklarına kabul edileceğini, geri göndermeme (nonrefoulement) ilkesi, insan hakları ve ikili veya bölgesel anlaşmalar (yani, serbest dolaşım veya entegrasyon anlaşmaları) tarafından getirilen kısıtlamalara tabi olarak belirlemesi anlamına gelir. Ayrıca bkz. ‘sınır yönetimi’, ‘insan hakları’, ‘yargı yetkisi/ yetki alanı’, ‘geri göndermeme’, ‘kişiler üzerindeki yargı yetkisi’, ‘Devlet’, ‘ülkesel yargı yetkisi’, ‘evrensel yargı yetkisi’.
Ekonomik göçmen (economic migrant)
Yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla kendi menşe ülkesinin dışına yerleşmek üzere mutat ikamet yerini terk eden kişi. Bu terim, genelde göçmenleri zulümden kaçan mültecilerden ayırt etmek için kullanılırken, aynı zamanda, bir ülkeye yasal izni olmadan ve/ veya bona fide (iyi niyetli) bir gerekçesi bulunmadan sığınma usullerini kullanarak girmeye teşebbüs eden kişilere atıfta bulunmak için kullanılır. Ayrıca, istihdam amacıyla menşe ülkesinden ayrılan kişileri için de kullanılabilir. Ayrıca bkz. ‘sınır işçisi’, ‘göçmen işçi’, ‘mevsimsel işçi’.
Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (economic, social, and cultural rights)
Eşitlik ve ayrımcılık yapmama ilkeleri doğrultusunda, kişilere ekonomik, sosyal, kültürel, maddi ve fikri açıdan uygun refah seviyesinin sağlanmasını amaçlayan haklar. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların etkili bir şekilde uygulanabilmesi genelde Devletin aktif müdahalesini gerektirir. Uluslararası kamu hukukunda, bu haklar 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde çalışma hakkı, adil ve uygun çalışma koşulları hakkı, sendika oluşturma ve sendika üyeliği hakkı, grev hakkı, sosyal güvenlik hakkı, ailenin korunması hakkı, uygun yaşam standardı hakkı, barınma hakkı, sağlık hakkı ve eğitim hakkına ilişkin hükümlerde öngörülmüştür. Ayrıca bkz. ‘medeni ve siyasi haklar’, ‘insan hakları’.
En iyi (etkili) uygulamalar (best (effective) practices)
Mevcut norm ve ilkelerin uygulanışını hem ulusal hem uluslararası düzeyde ileriye götürmek anlamına gelmektedir. En iyi uygulamalar, operasyonel yönergeler, davranış kodları ya da diğer yumuşak (bağlayıcı olmayan) hukuk kuralları haline dönüştürülebilirler, ancak pozitif hukuk açısından bir zayıflığa ya da erozyona yol açmamalıdırlar. Daha ziyade yenilikçi, yaratıcı çözümler geliştiren, göçmen haklarının uygulanması açısından olumlu etki gösteren, özellikle göçmenlerin kendi katılımlarını sağlayarak sürdürülebilir etki yaratan ve örnek alınma potansiyeli bulunan uygulamalardır. Ayrıca bkz. ‘kapasite oluşturma’, ‘bölgesel istişare süreci’, ‘yumuşak (bağlayıcı olmayan) hukuk’, ‘teknik işbirliği’.
En yakın akraba (next of kin)
Bir kişiye kan yoluyla en yakın akrabalık ilişkisinde bulunan kişi ya da kişiler.
Entegrasyon (integration)
Farklı ülkelerde ve bağlamlarda farklı kullanılan ve anlaşılan“entegrasyon” terimi, göçmenlerin hem birey hem de grup olarak toplumunbir parçası kabul edildiği süreç olarak tanımlanabilir. Genellikle göçmenler ve ev sahibi toplumlar arasında iki yönlü bir sürece atıfta bulunur. Ev sahibi toplumların göçmenleri kabul konusundaki gerekli somut koşullar, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Entegrasyon ile daimi yerleşimin kast edilmesi gerekmez. Ancak göçmenlerin ve ev sahibi toplumların haklarına ve yükümlülüklerine, farklı türde hizmetlere ve işgücü piyasasına erişime, göçmenleri ve ev sahibi toplulukları ortak bir amaç için bir araya getiren temel değerlerin tanımlanmasına ve bunların gözetilmesine ilişkin hususlara işaret eder. Yerel entegrasyon mültecilerin içinde bulundukları sorunlu duruma önerilen üç kalıcı çözümden biridir. Ayrıca bkz. ‘kültürel uyum’, ‘asimilasyon’, ‘kültürel oryantasyon’, ‘kültür’, ‘kalıcı çözüm’, ‘dahil olma’, ‘yeniden entegrasyon (kültürel)’, ‘yeniden entegrasyon (ekonomik)’, ‘yeniden entegrasyon (sosyal) yerleştirme’, ‘gönüllü geri dönüş’.
Esaret (servitude)
Bir kişinin özgürlüğünden mahrum kalması ve bir başkasına boyun eğmesi durumu. Bkz. ‘borçlandırma’, ‘istismar’, ‘çocuk işçiliğinin en kötü şekilleri’ ve ‘kölelik’.
Esaret (bondage)
Başka bir insanın kontrolü altında bulunma. Ayrıca bkz. ‘borçlandırarak çalıştırma’, ‘borç esareti’.
Esnek hukuk (soft law)
Hukuken bağlayıcı olmayan standartlar. Ayrıca bkz. ‘en iyi (etkili) uygulamalar’, ‘kapasite oluşturma’, ‘bölgesel istişare süreci’.
Ev sahibi ülke (host country)
Bkz. ‘hedef ülke’, ‘kabul eden ülke’, ‘istihdam Devleti’.
Evlat edinme (adoption)
Bir çocukla ilgili doğal ebeveynlerin hak ve ödevlerinin sona erdirilmesine ve benzeri hak ve ödevlerin evlat edinen ebeveynlerce üstlenilmesine ilişkin yasal süreç (aile hukuku). Uluslararası kamu hukukunda bu terim, teklif edilen anlaşma metninin ne olması gerektiği konusunda tarafların fikir birliğine vardıklarını ifade etmek için ‘benimsemek/kabul etmek’ anlamında kullanılır. Antlaşma, müzakereye katılan Devletlerin ve uluslararası organizasyonların istekliliğini ifade eden belirli bir eylemle, yani metnin oylamaya açılması, paraflanması, imzalanması veya benzeri bir yolla kabul edilir. Kabul, bir antlaşmaya veya antlaşma kapsamındaki düzenlemelere getirilecek değişikliklerin şeklini ve içeriğini belirlemek için kullanılan mekanizma da olabilir. Ayrıca bkz. ‘çocuk evlat edinme (uluslararası)’.
Evrensel yargı yetkisi (universal jurisdiction)
Sanığın tabiiyeti veya mahkemenin bulunduğu yerle herhangi bir bağlantı olmaması farketmeksizin dünyanın herhangi bir yerindeki ulusal bir mahkemenin, suç işlediğinden şüphelenilen bir kişiyi soruşturabileceğini ve kovuşturabileceğini belirten ilke. Evrensel yargı yetkisi mutlaktır. 1999 tarihli Uluslararası Ceza MahkemesiRoma Statüsü’nün gerekçesinde ‘Uluslararası suçların sorumluları üzerinde yargı yetkisini kullanılması her Devletlerin görevidir’ denilerek, evrensel yargı yetkisinin uygulanması desteklenir: Evrensel yargı yetkisinin amacı, başta ağır soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, işkence, yargısız infazlar ve ‘ortadan kaybolma’ vakaları olmak üzere belirli ihlallerin önlenmesinde uluslararası hukukun etkinliğini arttırmaktır. Uluslararası toplum, bu tür suçların insanlığın tümüne karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilecek kadar ciddi olduğu; dolayısıyla faillerin adalet karşısına çıkartılmasındatüm Devletlerin mesuliyeti olduğu görüşündedir. Ayrıca bkz. ‘suç, uluslararası’, ‘insanlığa karşı suçlar’, ‘egemenlik’, ‘savaş suçları’.
F
Feragat (renunciation)
Bireyin, gönüllü olarak bir haktan vazgeçerek, bu hakkı kullanma imkânını kaybetmesine yol açan fiil. Ayrıca bkz. ‘vatansızlık’.
Feragat (waiver)
Yasal bir hak ve avantajdan kişinin açıkça veya zımnen kendi isteğiyle vazgeçmesi veya terk etmesi. Göç kanunları, belirli zorunlu durumlarda belirli birtakım yasal koşulların veya kabul edilmeme nedenlerinin uygulanmamasına imkân sağlayarak, uygun bir kurumun belirli bir olayda bir koşuldan muafiyet sağlama konusunda karar verme yetkisine sahip olmasını öngörebilir.
Firar etme (absconding)
Bir kişinin bir mahkemenin gözetimine teslim olmayarak kanuni takibattan kaçınmak için yaptığı eylem.
G
Garanti (guarantee)
Bir kişinin borcu veya yükümlülüğünü ödeyememesi veya ifa edememesi halinde borcun veya yükümlülüğün bir başkası tarafından üstlenilmesine dair anlaşma. Göç bağlamında, bir Devlete giriş yapmak isteyen vatandaş olmayan kişilerden kalışlarının sonunda o Devletten ayrılmaya niyetli olduklarına dair garanti. Ayrıca bkz. ‘destek beyannamesi’, ‘teminat’, ‘sponsorluk’.
Geçici (işçi) göçü (temporary (labour) migration)
Belirli ve sınırlı bir süre için yabancı bir ülkeye giren, ardından menşe ülkelerine geri dönen işçilerin göçü.
Geçici göçmen işçiler (temporary migrant workers)
Münferit bir işçi ile yapılan iş sözleşmesi ya da bir şirket ile yapılan hizmet sözleşmesi dâhilinde belirli süreler boyunca kabul eden ülkede kalan kalifiye, yarı kalifiye ya da kalifiye olmayan işçiler. Sözleşmeli göçmen işçiler olarak da geçer. Ayrıca bkz. ‘mevsimsel işçi’, ‘kısa süreli göçmen’.
Geçici koruma (temporary protection)
Çatışma veya yaygın şiddet ortamlarından kitlesel olarak kaçıp gelen kişilere öncesinde bireysel statü belirleme işlemine tabi tutulmaksızın Devlet tarafından geçici koruma sağlama konusunda geliştirilen düzenleme.
Geçici seyahat belgeleri (temporary travel documents)
Çoğu zaman pasaportu olmayan bireylerin menşe ülkelerine geri dönmelerini sağlamak üzere bu bireylere verilen belgedir. Bu belgeler tipik olarak kısa süreli olarak düzenlenir ve hamilin menşe ülkeye giriş yapmasıyla geçerliliğini yitirir. Ayrıca bkz. ‘kimlik belgesi’, ‘lesepase’, ‘pasaport’, ‘seyahat belgeleri’, ‘seyahat belgeleri (Sözleşme)’, ‘vize’.
Gemi (vessel)
Genel anlamda “‘gemi’ ifadesi ile, su üstünde devinen (non-deplasman) araçlar ve deniz uçakları dahil, suda ulaşım için kullanılan veya kullanılma kabiliyetine sahip herhangi bir’ su aracı kastedilir” (Uluslararası Denizde Çatışmayı Önleme Sözleşmesi, 1972, kural 3). Uluslararası sözleşmeler bu genel tanımla aynı doğrultuda ancak sözleşmenin amacına bağlı olarak oldukça farklı tanımlar teklif etmiştir. (Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol’ün (2000) 3(d) Maddesi) “Gemi”, bir devlet tarafından sahip olunan veya işletilen ve kullanımı sırasında hükümetin ticari olmayan hizmetlerinde bulunan gemiler, yüzer hizmet araçları ve savaş gemileri hariç, su kesimi olmayan tekne ve deniz uçakları dahil olmak üzere, su üzerindeki taşımacılıkta kullanılan veya kullanılmaya müsait her çeşit yüzer araç anlamına gelir. Ayrıca bkz. ‘bayrak devleti’, ‘açık denizler’, ‘denizde kurtarma’.
Gerçek ve istikrarlı evlilik (genuine and stable marriage)
Konsolosluk veya göçmen yetkililerine göre uzun vadeli ve münhasıran sürmesi amacıyla gerçekleştiği için gerçek, kalıcı olması beklendiği için de istikrarlı olduğu tespit edilen evlilik. Birçok Devlet, evliliğin uzun vadeli ve münhasıran sürmesi niyetiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilememesi halinde, aksine kanıt bulunmadıkça, evliliğin gerçek olduğunu varsayar.
Geri dönüş (repatriation)
Çeşitli uluslararası hukuki belgelerde öngörülen koşullar çerçevesinde, mülteci veya savaş esirlerinin vatandaşı oldukları ülkeye geri dönme hakkı (1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 Protokolleri, 1907 Dördüncü Lahey Sözleşmesi’ne Ek Kara Savaşlarında Kanun ve Teamüllere Saygı Gösterilmesine İlişkin Yönetmelik, insan haklarına ilişkin hukuki belgeler ve uluslararası teamül hukuku). Geri dönüş seçeneği, kişileri alıkoyan güçlerin değil bireyin kişisel bir hakkıdır. Ayrıca, uluslararası silahlı çatışmalar hukukunda geri dönüş, çatışmalar sona erdiğinde, kişileri alıkoyan güçlerin bu haktan yararlanmaya uygun kişileri (asker ve siviller) serbest bırakma, menşe ülkelerin ise vatandaşlarını kabul etme yükümlülüğünü de içermektedir. Antlaşma bu hususta genel bir kural getirmese de, günümüzde savaş esirlerinin ve gözaltındaki sivillerin geri dönüşüne taraflar zımnen rıza göstermeyi kolaylıkla kabul etmektedir. Terim olarak geri dönüş, uluslararası kriz zamanlarında diplomatik elçiler, uluslararası yetkililer, yabancı bir ülkeye yerleşmiş kişiler ve göçmenler için de kullanılmaktadır. Ayrıca bkz. ‘destekli gönüllü geri dönüş’, ‘istek dışı geri dönüş’, ‘dönüş’, ‘dönüş hakkı’,‘gönüllü geri dönüş’, ‘gönüllü dönüş’.
Geri gönderme/refulman (refoulement)
Ayrıca bkz. ‘zorla sınırdışı’, ‘sınır dışı’, ‘zorla dönüş’, istek dışı geri dönüş’, ‘geri göndermeme (non-refulman)’, ‘zulüm’ ve ‘dönüş’.
Geri göndermeme (nonrefoulement)
Devletlerin mültecileri herhangi bir şekilde yaşam ve özgürlüklerinintehdit altında olabileceği ülkelere ya da sınırlara geri göndermesini yasaklayan uluslararası mülteci hukuku ilkesi. Geri göndermeme ilkesi, bazı yazarlar tarafından uluslararası teamül hukukunun bir parçası olarak görülürken, diğer bazı yazarlar teamül normunun oluşması için gerekli olan iki koşulun karşılanmadığını öne sürmektedir. Ayrıca bkz. ‘iltica’, ‘tamamlayıcı koruma’, ‘egemenlik’.
Geri kabul (readmission)
Bir kişinin (kendi vatandaşı, üçüncü bir ülkenin vatandaşı veya vatansız kişiler) bir Devlet tarafından topraklarına yeniden girmesinin kabul edilmesi. Ayrıca bkz. ‘geri kabul anlaşması’.
Geri kabul anlaşması (readmission agreement)
Düzensiz durumdaki yabancıların anavatanlarına veya üzerinden geçtikleri Devlete geri gönderilmeleri için Devletlerin karşılıklı olarak izlemeleri gereken usulleri öngören uluslararası anlaşma. Ayrıca bkz. ‘anlaşma’, ‘ikili’ ve ‘dönüş’.
Gezgin işçi (itinerant worker)
Mutat olarak belirli bir Devlette ikamet eden ancak iş icabı kısa sürelerle başka bir Devlete veya Devletlere seyahat etmesi gereken göçmen işçi (Bütün Göçmen İşçi ve Aile Fertlerinin Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 2(2)(e) Maddesi, 1990). Ayrıca bkz. ‘sınır işçisi’, ‘göçmen işçi’.
Giriş damgası (entry stamp)
Bir sınır görevlisi tarafından kişinin pasaportuna Devlete giriş tarihi ve yerini belirtmek üzere koyulan işaret. Ayrıca bkz. ‘çıkış damgası’.
Giriş noktası (point of entry)
Bkz. ‘kontrol noktası’.
Gizli göç (clandestine migration)
Göç hukuku kurallarını çiğneyerek, gizli ya da saklı şekilde gerçekleşen göç. Ülke vatandaşı olmayan bir kişinin, ülkeye giriş düzenlemelerini ihlal etmesi; ya da ülkeye yasal olarak giriş yapıp göç düzenlemelerini ihlal edecek şekilde süresini aşarak ülkede kalması durumunda gündeme gelebilir. Yaygın kullanılan “düzensiz göç” terimi tercih edilmelidir. Ayrıca bkz. ‘kayıtlı göçmen’, ‘yasadışı ülkeye giriş’, ‘düzensiz göçmen’, ‘düzensiz göç’, ‘düzenli göç’, ‘kayıt dışı göçmen’.
Göç (migration)
Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir Devlet içindeyer değiştirmesi. Süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleridir. Buna, mültecilerin, yerinden edilmiş kişilerin, ekonomik göçmenlerin, aile birleşimi gibi farklı amaçlarla hareket eden kişilerin göçü de dâhildir. Ayrıca bkz. ‘net göç’, ‘toplam göç’, ‘turizm’.
Göç bölgesi (immigration zone)
Devletlerin göç kanunlarının geçerli olduğu açık deniz alanları ve kara ülkesi (ayrıca (migrationzone) olarak anılmaktadır). Ayrıca bkz. ‘açık deniz, durdurma’.
Göç irtibat görevlisi (immigration liaison officer)
Düzensiz göçün önlenmesi, düzensiz göçle mücadele edilmesi ve düzensiz göçmenlerin geri dönüşüne katkıda bulunmak üzere yurtdışına atanan Devlet temsilcisi.
Göç kotası (immigration quota)
Normalde işgücü göçü için olmak üzere bir ülkenin göçmen girişi için belirlediği kota.
Göç yönetimi (migration management)
Özellikle hem Devlet sınırları içerisinde yabancıların girişi ve mevcudiyetini, hem de mültecilere ve korunma ihtiyacı bulunan diğer kişilere sağlanan korumayı yönetmek üzere, sınır ötesi göçleri düzenli ve insani bir şekilde yönetmek için ulusal bir sistem içindeki çeşitli devlet kurumlarından oluşan yönetimi tanımlayan terim. Göç yönetimi, göçe ilişkin kilit konuları ele alacak politikaların, yasal ve idari düzenlemelerin geliştirilmesine yönelik planlı bir yaklaşım anlamına gelir. Ayrıca bkz. ‘göç yönetişimi’, ‘düzenli göç’.
Göç yönetişimi (governance of migration)
Göçü düzenlemeye ve göçmenleri korumaya yönelik kurum, yasal çerçeve, mekanizma ve uygulamalardan oluşan sistem. “Göç yönetimi” bazen devlet düzeyinde sınır ötesi hareketleri düzenleme eylemini de ifade etmek için kullanılsa da, neredeyse “göç yönetimi”yle eşanlamlı olarak kullanılır. Ayrıca bkz. ‘göç yönetimi, düzenli göç’.
Göçebe (nomad)
Sabit bir yeri veya ikameti olmayan ve genelde su, gıda veya otlak aramak amacıyla bir yerden başka bir yere göç eden birey (genelde bir grubun mensubu).
Göçmen (immigrant)
Göç eden kişi. Ayrıca bkz. ‘ülkeden göç eden kişi’.
Göçmen (migrant)
Uluslararası ölçekte, evrensel olarak kabul edilmiş bir ‘göçmen’ tanımı bulunmamaktadır. Göçmen terimi genellikle, bireyin göç etme kararını, zorlayıcı dış faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve ‘kişisel uygunluk’ sebepleriyle aldığı tüm durumları kapsar şekilde anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu ifade, maddi ve sosyal koşullarını iyileştirmek ve kendileri ve ailelerine ilişkin beklentilerini geliştirmek amacıyla başka bir ülkeye veya bölgeye hareket eden kişiler ve aile fertleri için geçerli kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler göçmeni, sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yolları, düzenli veya düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bir birey olarak tanımlar. Bu tanım kapsamında, turist veya işadamı statüsüyle daha kısa sürelerde seyahat eden kişiler göçmen olarak değerlendirilmemektedir. Ancak yaygın kullanım, tarım ürünlerinin ekimi veya hasadı için kısa sürelerde seyahat eden mevsimsel tarım işçileri gibi kısa dönemli göçmenlerin bazı türlerini de kapsar. Ayrıca bkz. ‘kayıtlı/belgeli göçmen’, ‘göç’, ‘yolcu’.
Göçmen akını (migrant flow)
Belirli bir süre boyunca belirli bir yere giden veya belirli bir yerden ayrılan ya da buna izin verilen göçmen sayısı.
Göçmen işçi (migrant worker)
“Vatandaşı olmadığı bir Devlette ücretli bir faaliyetle iştigal edecek olan, iştigal eden veya iştigal etmiş olan kişi” (Bütün Göçmen İşçi ve Aile Fertlerinin Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 2(1) Maddesi, 1990). Ayrıca bkz. ‘kayıtlı göçmen işçi’, ‘sınır işçisi’, ‘gezgin işçi’, ‘proje bazlı işçi’, ‘denizci’, ‘mevsimsel işçi’, ‘serbest meslek erbabı’, ‘özel istihdamlı işçi’ ve ‘kıyı tesislerinde çalışan işçi’.
Göçmen Kaçakçılığı (smuggling)
Doğrudan veya dolaylı olarak, maddi ya da diğer maddi çıkar elde etmek amacıyla, bir kişinin, vatandaşı olmadığı ya da daimi olarak ikamet etmediği bir devlete yasadışı girişinin sağlanması (Madde 3(a), Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı BM Sözleşmesine Ek Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı BM Protokolü, 2000).İnsan ticaretinden farklı olarak göçmen (insan) kaçakçılığında sömürü, zorlama ya da insan hakları ihlali yoktur. Ayrıca bkz. ‘varlıklara el koyulması’, ‘karbondioksit sensörleri’, ‘yasadışı giriş’, ‘organize suç’, ‘Palermo Protokolleri’, ‘sensörler’, ‘göçmen kaçakçısı’, ‘insan ticareti’.
Göçmen kaçakçısı (smuggler (of migrants))
Kişileri, uluslararası kabul görmüş bir Devlet sınırından yasadışı olarak taşımak için kendileriyle yaptığı anlaşma üzerine hareket ettiren aracı kişi. Ayrıca bkz. ‘göçmen kaçakçılığı’.
Göçmen statüsü (immigration status)
Ev sahibi ülkenin göç hukukuna göre bir göçmenin statüsü. Ayrıca bkz. ‘statü değişikliği’, ‘göç yönetimi’.
Göçmen stoku (migrant stock)
Belirli bir zamanda bir ülkede ikamet eden toplam göçmen sayısı.
Göçün feminenleşmesi (feminization of migration)
Göçte gittikçe artan kadın katılımı (dünyadaki göçmenlerin % 49’u kadın). Son yıllarda göçmenler arasında kadınların oranı büyük ölçüde değişmezken, göçte kadınların rolü ciddi anlamda artmıştır. Kadınlar artık bir hane üyesi olarak göç etmek yerine daha bağımsız bir şekilde hareket etmekte ve istihdama aktif olarak katılmaktadır. Göçte kadınların sayısındaki artış, cinsiyete dayalı bazı hassas göç biçimlerine yol açmıştır. Örneğin, ev hizmetlerinde ve bakım işlerinde çalışan kadınların ticari amaçlı göçü, seks sektörü için kadınların göç etmesi ve kadın ticareti ve evlilik amacıyla kadınların organize göçü. Bu istihdamların bir kısmının düzensiz olması nedeniyle, kadın göçmenler çoğu zaman istismar bakımından daha büyük risk altındadır.
Gönderen ülke (sending country)
İnsanların yurtdışına daimi veya geçici olarak yerleşmek üzere ayrıldıkları ülke. Ayrıca bkz. ‘menşe ülke’, ‘menşe Devlet’.
Gönüllü dönüş (voluntary repatriation)
Kriterlere uygun olan kişilerin menşe ülkelerine tamamen kendi isteklerine dayalı olarak dönmeleri. Bu terim çoğu zaman mülteciler, savaş esirleri ve gözaltındaki siviller bağlamında kullanılır. Mültecilerin içinde bulunduğu kötü duruma çözüm olarak önerilen üç kalıcı çözüm yolundan birisidir. Ayrıca bkz. ‘destekli gönüllü geri dönüş’, ‘kalıcı çözüm’, ‘entegrasyon’, ‘istek dışı geri dönüş’, ‘geri dönüş’, ‘yerleştirme’, ‘dönüş’ ve dönüş hakkı’.
Gönüllü dönüş (voluntary return)
Kişinin hür iradesine göre menşe ülke, transit ülkesi veya üçüncü bir ülkeye destekli veya bağımsız dönüşü. Ayrıca bkz. ‘destekli gönüllü dönüş’, ‘zorla dönüş’, ‘istek dışı geri dönüş’, ‘dönüş’, ‘dönüş göçü’, ‘geri dönüş’, ‘spontane/kendiliğinden gelişen dönüş’, ‘gönüllü geri dönüş’.
Gözetleme sistemi (lookout system)
Devletlerin, genelde (ama mutlak olarak değil) otomatik olan, daha fazla incelenmesi, ülkeye girişinin engellenmesi veya ülkeye varışta tutuklanması gereken kişilerden oluşan resmi listesi. Gözetleme sistemi (ayrıca “izleme listesi” sistemi olarak da anılmaktadır), tipik olarak tüm kolluk kuvvetleri, istihbarat ve göç kurumlarının veri girişi sağladığı kurumlar arası bir projedir. İster bilgisayar ortamında veya kitap halinde olsun, kişilere vize veya Devlete girişine izin verilmesine ilişkin karar verilirken gözetleme listesi, rutin olarak konsolosluk ve sınır kontrol yetkilileri tarafından kontrol edilmektedir. Ayrıca bkz. ‘biyometri’, ‘birincil inceleme’, ‘ikincil inceleme’.
Güçlendirme (empowerment)
İnsanların yaşamlarını etkileyen karar, varlık, politika, süreç ve kurumlar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmasına izin veren süreç. İnsanların ve toplulukların kendi namlarına bilgiye dayalı karar verme kabiliyetlerini geliştirmeyi amaçlar. Yukarıdan aşağıya doğru bir yaklaşımı ifade eden korumanın aksine aşağıdan yukarıya doğru bir yaklaşımı ifade eder. Ayrıca bkz. ‘insan güvenliği, koruma’.
Güvenli bölge (safe haven)
“Yaralı ve hasta muharipler veya muharip olmayanlar” ile “savaşlarda yer almayan sivillerin” savaşın etkilerine karşı korunduğu tarafsız bölgeler. (Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi,1949,15.Madde). Ayrıca bkz. ‘sığınma’, ‘tarafsızlaştırılmış bölgeler’.
Güvenli menşe ülke (safe country of origin)
Hiçbir zaman veya genel olarak mülteci yaratmayan bir ülke güvenli menşe ülke sayılmaktadır. Kabul eden ülkeler, belirli sığınmacı grup ya da kategorilerinin yaptıkları başvuruları seri bir şekilde (esasa ilişkin inceleme yapmadan) güvenli menşe ülke kavramına dayanarak reddedebilmektedirler. Ayrıca bkz. ‘menşe ülke’ ve ‘güvenli üçüncü ülke’.
Güvenli üçüncü ülke (safe third country)
Güvenli üçüncü ülke, bir sığınmacının iltica başvurusu yaptığı ülkeye varmadan önce fiziksel olarak bulunduğu ve etkili bir iltica rejimine erişim sağlama imkânı olan bir ülke. Ayrıca bkz. ‘menşe ülke’ ve ‘ilk iltica ülkesi’, ‘kabul eden ülke’, ‘güvenli menşe ülke’.
H
Habeas corpus (İhzar emri) (Latince)
Özgürlükten alıkoyma veya hapse atmanın yasallığını test etmek için mahkeme önünde yapılan bir işlem. Verilen bir tutuklama kararının veya getirilen bir vecibenin hukuken geçerliliğini test etmek için kullanılmanın yanı sıra, iade sürecinin kurallara uygunluğunu, kefalet hakkı veya tutarını ya da ceza hükmü veren bir mahkemenin yargı yetkisini gözden geçirmek için kullanılabilir.
Haklı nedenlere dayanan korku (zulüm korkusu) (wellfoundedfear (of persecution))
1951 Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımının kilit bir öğesidir. Korkunun haklı nedenlere dayanması, hem öznel bir unsur (zulüm korkusu) hem de nesnel bir unsur (korkunun tarafsız ve meşru bir temeli olmalıdır) içermektedir. 1951 Sözleşmesi uyarınca zulüm belirtilen beş nedenden herhangi biriyle bağlantılı olmalıdır (ırk, din, tabiiyet, belirli bir sosyal gruba mensubiyet ve siyasi düşünceler). Ayrıca bkz. ‘zulüm’, ‘mülteci’.
Hareket özgürlüğü /dolaşım serbestisi (freedom of movement)
Üç temel unsurdan oluşan insan hakkı: bir ülkenin toprakları içinde hareket özgürlüğü (Madde 13(1), İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1948: “Herkes herhangi bir devletin sınırları dâhilinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına haizdir.”), herhangi bir ülkeyi terk etme özgürlüğü ve kendi ülkesine dönme özgürlüğü (Madde 13(2), İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1948: “Herkes, kendi ülkesi dâhil, herhangi bir ülkeyi terk etmek ve kendi ülkesine dönmek hakkına haizdir.”) Ayrıca bakınız Madde 12, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi. Hareket özgürlüğüne, bölgesel düzeyde (ör: Avrupa Birliği) Devletler arasında dolaşım serbestisine ilişkin düzenlemeler bağlamında da atıf yapılmaktadır. Ayrıca bkz. ‘insan hakları’, ‘terk etme hakkı’, ‘geri dönme hakkı’, ‘Schengen Anlaşması ve Sözleşmesi’.
Hassas grup (vulnerable group)
Diğer gruplara kıyasla, çatışma ve kriz zamanlarında ayrımcı uygulamalar, şiddet, doğal ve çevresel felaketler veya ekonomik zorluklarla karşılaşma riski daha yüksek olan herhangi bir grup veya toplumdaki kesimler; çatışma ve kriz dönemlerinde daha fazla risk altında olan (kadınlar, çocuklar veya yaşlılar gibi) toplumsal gruplar ya da kesimler. Ayrıca bkz. ‘azınlık’, ‘azınlıkların korunması’ .
Hedef ülke (country of destination)
Göç akınları (düzenli ya da düzensiz) için varılacak hedef konumundaki ülke. Ayrıca bkz. ‘ev sahibi ülke’, ‘kabul eden ülke’, ‘üçüncü ülke’ .
Hukuki belge (instrument)
Sözleşme veya antlaşmalar gibi yazılı resmi veya hukuki belgeler. Bir antlaşmanın onaylanması, kabul edilmesi, tasdik edilmesi veya antlaşmaya katılınması halinde, antlaşmanın Devlet açısından bağlayıcılığına rıza gösterildiğini kanıtlayan belgedir. Ayrıca bkz. ‘onaylama’ .
I
Irk (race)
1951 Mülteci Sözleşmesindeki mülteci statüsünün verilmesine ilişkin dayanaklardan biri olan ırk, en geniş anlamda yaygın kullanımda ‘ırklar’ olarak bahsi geçen her türlü etnik grubu içerecek şekilde anlaşılmaktadır. Ayrıca bkz. ‘ırkçılık’, ‘mülteci’, ‘yabancı düşmanlığı’.
Irk ayrımcılığı (racialdiscrimination)
Irk ayrımcılığı, ‘ırk, renk, nesep veya ulusal veya etnik kökene dayanarak, kamu hayatının siyasi, ekonomik, kültürel veya diğer alanlarında temel hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanmayı ortadan kaldırmak, sınırlamak veya böyle bir etki yaratmak amacıyla kişilere karşı ayrım yapılması, dışlanmaları, kısıtlanmaları veya tercih edilmeleridir’ (1965 Her Tür Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1(1) Maddesi). Ayrıca bkz. ‘ayrımcılık’, ‘ırkçılık’ ve ‘yabancı düşmanlığı’.
Irkçılık (racism)
Belirli bir ırkı ve/veya etnik grubu fiziksel ve kültürel özelliklerine dayanarak başkalarından üstün kılan, ekonomik hakimiyet ve kontrol kazandıran ideolojik yapı (inşa). Irkçılık, ırksal üstünlük doktrini veya inancı şeklinde tanımlanabilir. Buna göre, ırkın zekayı, kültürel özellikleri ve ahlaki tavırları belirlediğine inanılmaktadır. Irkçılık, hem ırka dayalı önyargıları hem de ırk ayrımcılığını içermektedir. Ayrıca bkz. ‘ırk ayrımcılığı’ ve ‘yabancı düşmanlığı’.