Herbert Marcuse

TUİÇ Sözlük sitesinden
BurakYalim (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 16.55, 9 Eylül 2024 tarihli sürüm (yeni)
(fark) ← Önceki hâli | Güncel sürüm (fark) | Sonraki hâli → (fark)
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Herbert Marcuse, SIO Photographic Laboratory Collection. SAC 44. Special Collections & Archives, UC San Diego.https://medium.com/deterritorialization/introduction-to-herbert-marcuse-4893413d8cac

19 Temmuz 1898'de Berlin'de doğan ancak hem hayatında hem de düşünsel yolculuğunda derin izler bırakan Nazizm sebebiyle hayatının çoğunu Almanya’nın dışında, -Cenevre ve Paris kısa durakları dışında- New York’ta geçiren Herbert Marcuse, 1940 yılında vatandaşı olduğu Amerika Birleşik Devleti’nde 1979 yılında gözlerini kapamıştır.[1]Üst-orta sınıfa mensup, Yahudi kökenli Alman ailenin ferdi olan Herbert Marcuse, Nazizm’in yükselişiyle ortaya çıkan “öteki” hissiyatını deneyimlemiş, tanıklıkları ve tecrübeleri doğrultusunda yaşadığı hayal kırıklıkları hayatının dönüm noktası olmuştur. Denizci olarak katıldığı I. Dünya Savaşı sırasında Sosyal Demokrasi’nin en sol (Enternasyonalist Sosyalistler) grubuna üye olmuş 1918 devrimi sırasında asker konseyine seçilmiş ancak Sosyal Demokrasi’nin karşı devrimi desteklemesi üzerine politikadan uzaklaşmıştır.[2] Spartakus hareketinin sertçe hezimete uğratılması, Rosa Luxemburg’un vahşice katledilmesi ve arkadaşlarının öldürülmesi Marcuse’yi aktif siyasetin dışına, kuramsal Marksist çizgiye ve akademiye geri döndürmüştür. Akademik yaşantısı boyunca farklı kırılımlar yaşamış ve nihayetinde hem teori hem de praksis alanlarında akademi ve aktivizm çevrelerince benimsenen özgün düşünceleri doğurmuştur.

Marcuse’nin Düşünsel Arka Planı

Marcuse, özgün ve dönüştürücü felsefesini oluştururken birçok düşünürden ilham almıştır. Ancak temelde, Hegel’in özne-nesne diyalektiğinden; Heidegger’in varoluşçu felsefesinden, Marx’ın ‘’yabancılaşma’’, Lukacs’ın ‘’şeyleşme’’ kavramlarından ve Freud’un bireyleşme kuramından etkilenmiştir. Frankfurt Okulu'nun mensubu olan Marcuse, Neo-Marksizmi Heidegger ve Freud gibi diğer felsefe ve psikoloji kuramlarıyla harmanlamış ve zengin bir felsefi eleştiri oluşturan eleştirel teorinin öncüsü olarak tanınmıştır. Marcuse'nin teorisi, Frankfurt Okulu'nun diğer mensuplarından çok daha fazla, eleştirel teoriyi pratiğe dönüştürmede daha erişilebilir bir yol sunmuştur.[3]

Heidegger ve Hegel

Marcuse, Heidegger’in “Varlık ve Zaman”ının akademik çevrede yarattığı etkiye kapılarak Freiburg Üniversitesi’ne gidip kendisiyle çalışma kararı almıştır. Bu noktadan itibaren çalışmalarında Marksizm’le sentezlenmiş bir Heidegger etkisi oldukça belirgin hale gelir. Hatta bir söyleşide, ‘’Tarihsel Materyalizmin Fenomolojisine Katkı[lar]’’ (1928) adlı ilk makalesinde Makrsizm ile varoluşçuluğu birleştirmeye çalıştığını belirtmiştir.[4]

Heidegger’in yanında asistanlık yapmaya devam ettiği süre içerisinde yazmış olduğu ‘’Hegel'in Ontolojisi ve Tarihsellik Teorisi’’ (1930) çalışmasında “yaşam” kavramının öne çıkmasıyla Marcuse, Hegelci çizgiye yaklaşmaktadır. İlerleyen dönemde, ‘’Us ve Devrim’’ (1941) eserinde Hegel’e olan ilgisinin pekiştiği görülmektedir. Fakat Marcuse’nin tarihsellik kuramını “ontoloji” olarak kurduğu düşünüldüğünde[5], bu Hegelci ilginin çerçevesini Heideggerci bir perspektifle oluşturduğunu unutmamak gerekmektedir. Her ne kadar Hegelci eğilimini Heidegger ve Marksist düşünceleriyle birleştirip sol-Hegelci bir kavram oluşturma çabasında olsa da 1932’nin son dönemlerine kadar, Marcuse’nin düşünceleri Heidegger'in etki alanında kalmıştır.[6]

Nazilerin iktidara gelmesiyle beraber, Alman akademi dünyasında kıyımlar ve sürgünler başlar. Marcuse, üniversite üzerinde kurduğu tahakküm ve faşizme verdiği destek sebebiyle Heidegger’den uzaklaşmaya başlamıştır. 1932 yılında, Marx’ın 1844 Elyazmaları’nı okuduktan sonra Marx’ın düşüncelerine olan ilgisinin derinleşmesi, Frankfurt Okulu’na yakınlaşmasını sağlar. Nihayetinde Heidegger’den kopup Frankfurt Okulu’na katılma kararı alır. Ancak Heidegger’in düşünce dünyasından tamamen kopmamıştır Marx’ın kavramlarını kendi kavram setine dahil ederek melez bir anlayış geliştirmiştir. Heidegger’den aldığı varoluşçulukla Marksizm’i bir çeşit sol-Heideggerci bir felsefi eğilime dönüştürmüştür. Lakin Marcuse için birincil olan Marksist temadır.

Marx’ın Yabancılaşma Kavramı

Frankfurt Okulu mensubu Marcuse’nin makaleleri, Okulun somut tarihsel çözümlemelerin ötesinde daha felsefi düzeydedir. Marcuse’nin teşvikiyle Okul, Alman akademi dünyasının sınırlı kalıplara hapsolmuş felsefe tartışmalarını daha esnek, daha kapsamlı ve daha derin bağlamda ele almaya başlar. Nitekim Marcuse’ye göre felsefe, irrasyonel, esir edilmiş gerçekler ve koşullardan düşüncenin bir özgürleşimini ifade etmektedir.[7]

“Yabancılaşma” kavramı Marx’a gelinceye kadar birçok düşünür tarafından yeniden tanımlanmıştır. En temelde, birey ve doğa ilişkilerinin toplumsal yapıdaki yansımaları üzerinden değerlendirilmesidir. Marx’ın tanımıyla, burjuva ekonomi-politiğinin içerisinde işçinin kendi emeğinden uzaklaşmasıdır. Böylelikle işçi, bedenine, yakın çevresine ve üretimde bulunduğu alana yabancılaşır. Okulun mensupları, bu noktada Marx’la hemfikirdir. Fakat Marx’a göre, yabancılaşmanın aşırı boyutlara ulaştığı bir toplumda devrim kaçınılmazdır. Kapitalist toplumun giderek yabancılaştırıp bir dışsal nesne haline getirdiği proletarya sefalete dayanamayıp bu sayede kaçınılmaz devrimin başlatıcısı olur.[8]

Oysa Okul mensuplarının benimsediği düşünce, Lenin’in devrim kuramıdır. Toplum, karşılıklı olarak birbirine indirgenemeyecek ögelerden oluşan karmaşık bir oluşumdan ibarettir. Marcuse’nin Marx’a mesafe aldığı temel nokta devrimin artık basit bir refah derecesinin değil, farklı çelişkileri aniden “parçalanan bir birlik” içinde kaynaşan toplumsal oluşumun karmaşık gelişiminin bir fonksiyonu olduğudur. Artık potansiyel olarak her birey, birer proleterdir.[9] Böylelikle yabancılaşma kavramı, Marcuse ve Frankfurt Okulu’yla katmanlı biçimde dönüşüp bireye sirayet etmektedir.

Lukacs’ın Şeyleşme Kavramı

En önemli kavramlarından biri olan “şeyleşme” kavramı ile Lukacs, insanlar arasındaki ilişkinin şeyler arasındakine dönüştüğünü ve insanın, şeyler dünyasında özündeki ruhun benliğini yitirdiğini vurgulamıştır. Ona göre “Meta şeklinin evrenselliği insan emeğinin hem öznellik hem nesnellik düzleminde soyutlanmasına yol açar; bu emek metalarda nesnelleşir”[10] Weber’den ödünç aldığı rasyonalizasyon kuramından hareketle, bu yöntem sayesinde tüm toplumsal sistemlerin, kapitalizme hizmet ettiğini ve yeni biçimsel yasaları yürürlüğe soktuğunu öne sürmüştür. Bunun sonucunda ise işçilerin özgürlüğü değil, köleliği sistematize edilir ve emeği rasyonelleştirir.

Freud’un Bireyselleşme Kuramı

İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi büyük bir hayal kırıklığını beraberinde getirmiş; faşizme karşı verilen mücadelenin neticesinde baskı ve sömürüden arınmış bir toplum tahayyül edilirken çok daha güçlenmiş bir kapitalizm ve tüketim toplumuyla yüzleşilmiştir. Marcuse, geleneksel sosyalist düşünceyi, esasında kitlelerin acılarına odaklandığı, özgürlük ve eşitlik gibi kavramları ise yalnızca işine geldiği ölçüde kullandığı için eleştirmiştir. Marcuse’ye göre, asıl sorun yeryüzünde artan memnuniyetsizliktir. Bu dürtüyle Eros ve Uygarlık ve Tek Boyutlu İnsan isimli kitaplarını yayımlar. Toplumu dönüştürebilmenin birinci koşulunun her şeyden önce mevcut durumu anlamak olduğunu savunmuştur. İki eserinde de toplum ve bireysel tutkular arasındaki ilişkileri incelemiştir. Bu hususta Freud önemli bir beslenme kaynağı olmuştur.

Marcuse, modern kapitalist dönemde birey vurgusundaki zayıflamayı, toplumsal ve siyasal yönden Marx aracılığıyla açıklarken, bireyin ve toplumun psikolojik çözümlemesini Freud aracılığıyla yapar. Freud’un bireyleşme kuramını toplumsal bağlamda inceleyerek dönüşüme uğratmıştır. Freud, insanın uygarlık içerisinde hissettiği rahatsızlığa ve çelişkilerine vurgu yaparken Marcuse, ileri endüstri toplumunda bu rahatsızlığın bastırılarak görünmez hale getirildiğinden ve çelişkilerin yumuşatıldığını vurgulamaktadır. Artan unsurlarla beraber modern toplumlarda baskının uygulanma biçimleri ve sıklığı da beraberinde artmaktadır. Özellikle teknolojinin yayılmacı yönünün bu artıştaki etkisine dikkat çeker. Ona göre teknoloji, insanın zihnini ve tüm yaşam tarzını yeniden şekillendirmiştir. Üretilen “çağdaş” teknolojik ürünler insanın içinde yüz yıllardır var olan fakat bastırdığı saldırgan ve yıkıcı dürtülerini ortaya çıkarır ve bu dürtüler yaratılmış “sahte ihtiyaç”larla giderek artar. Sonuç itibariyle, ancak tüketerek var olunabilen ancak içgüdüsel anlamda hiçbir şekilde tatmin getirmeyen bir bireysellik türü meydana gelir. Bu yeni bireysellik türü, bireylerin biricikliğini ve potansiyellerini yok eder ve birey kendi rızasıyla kendi özgürlüğünden feragat eder. Akademik kariyeri boyunca buna bir reçete aramış olan Marcuse, bireyi çözümleyebilmek için Freud’a başvurmuştur. Marcuse’yi Freud bağlamında diğer üyelerden -hatta Freud’un kendisinden- ayıran en temel fark, onun yaklaşımındaki mücadeleci iyimserliktir. Bu tutumu eserlerine yansımış ve toplumun tüm çelişkilerine rağmen umutlu biçimde direniş yolları aramıştır.

Eros ve Uygarlık (1955)

Marcuse, çoğu düşüncesinin gelişimi açısından Freud’a başvursa da Eros ve Uygarlık kitabında ana referans kaynağı olarak almıştır. ‘’İleri uygarlık, ileri özgürsüzlük halidir.” savı, kitabın odak noktasıdır. Freud’a göre uygarlığın oluşum sürecinde hazza dayalı tüm içgüdüsel doyumlar, ussal kılınıp uygarlaştırılmıştır. Bununla birlikte uygar olabilmenin koşulu olarak güdüler tabulaşmış, ayıp ve uyumsuz varsayılmıştır. Birey, sürekli olarak içgüdülerini bastırıp haz ilkesini yok saydıkça, sonuçta emeğine yabancılaşmış, yaşamak yerine çalışma ortamının koşullarını yerine getirmeye odaklanmış hale gelir. Bu sayede görünürde çok iyi işleyen bir uygarlık resmi çizilir. Fakat içgüdülerin örgütlenişi uygar işbölümünü, ilerlemeyi ve ‘yasa ve düzeni’ yaratır; ama o denli de Eros'un ilerleyen zayıflamasına ve böylece saldırganlığın ve suçluluk duygusunun büyümesine götüren olaylar zincirini başlatır.[11] Marcuse buna karşılık “Büyük Reddediş”i sunmuştur. Bu, gereksiz baskıya karşı bir direniş ve mümkün olan en son özgürlük biçimi için bir mücadeledir. Marcuse, Freud’un uygarlık içindeki bireyini, toplumsal-siyasi bir çerçevede ele almış ve devrimci tonda bir çözüm yöntemi haline getirmeye çalışmıştır.

Tek Boyutlu İnsan (1964)

Freud’dan ödünç aldığı kavramlarla yazmış olduğu diğer kitabı Tek Boyutlu İnsan ise Marcuse’nin düşüncelerinin eylemsel boyuta sıçrayışına aracı olmuştur. İleri endüstri toplumunu ve ona ait yeni baskı biçimlerini tasavvur ettiği eserde, ‘’baskıcı hoşgörü’’ kavramından ilk defa bahseder. En temelde, doğanın bilim ve teknoloji yoluyla egemenlik altına alınmasının yeni bir tahakküm biçimine yol açtığını savunur.[12] Ve bu biçimin, şimdi veya gelecek fark etmeksizin evrensel bir tehdit olduğunu vurgular. Yayınlandığı tarihte eleştirmenler tarafından karamsar olarak nitelendirilen eser, aslında teknoloji karşısında gücünü yitirmiş bireyin kurtuluşu için bir umut ışığı yakarak mücadelenin her koşulda mümkün olabileceği konusunda motive etmektedir. Nihayetinde umut ışığı somutlaşır, ABD ve Avrupa’daki gençler arasında mobilizasyon yaratır ve Tek Boyutlu İnsan Yeni Sol hareketin rehber kitabı konuma erişir.

Ayrıca Bakınız

Giddens, A. “İnanılmaz Guru: Marcuse’yi Yeniden Okumak”, Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, İstanbul: Metis Yayınları, 2000.

Marcuse, H. “Liberation from the Affluent Society”, The Dialectics of Liberation, Edited by David Cooper, London, Verso, 2014.

Orçin, G. Herbert Marcuse’nin ‘Baskıcı Hoşgörü’ Kavramı ve Teknoloji Tezleri, İstanbul: Kriter Yayınevi, 2021.


Hazırlayan: Yaren Gülşen - Göç Çalışmaları o-Staj Programı

Kaynakça

  1. Stanford Encyclopedia of Philosophy, Herbert Marcuse, https://plato.stanford.edu/entries/marcuse/#Bio , 2019. (E.T: 31.08.2024)
  2. Koçak, O. “Akıl Tutulması”, Horkheimer ve Frankfurt Okulu, Çeviri: Orhan Koçak, İstanbul: Metis Yayınları, 2013.
  3. Cunningham, J. “Praxis Exiled: Herbert Marcuse and The One Dimensional University”, Journal of Philosophy of Education, Vol. 47, No.4, pp.537-547, 2013.
  4. Wolin, R. Heideggerian Marxism, Edited by Richard Wolin and John Abromeit, Lincoln, University of Nebraska Press, 2005.
  5. Pippin, R. B. “Hegel ve Tarihsellik Üstüne: Marcuse”, Frankfurt Okulu, (Çev: H. Emre Bağce), Editör: H. Emre Bağce, Ankara: Doğu Batı Yayınları, ss.320-354, 2010.
  6. Sherman, D. “Critical Theory”, The Blackwell Guide To Continental Philosophy, Edited by R. C. Solomon and D. Sherman, Ss. 188-218, Uk: Blackwell Publishing, 2003.
  7. Kirsch, R. “Introduction: The Rationality Of Philosophy”, New Political Science, Vol.38, No.4, Pp.477-478, 2016.
  8. Goldmann, L. “Marcuse’yi Anlamak”, Frankfurt Okulu, Editör: H. Emre Bağce, Çev: H. Emre Bağce, İstanbul: Doğu Batı Yayınları, Ss. 305-319, 2010.
  9. Bahro, R. Nasıl Sosyalizm?, Hangi Yeşil?, Niçin Tinsellik?, Der. ve Çev: Tanıl Bora, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996.
  10. Lukács, G. Tarih ve Sınıf Bilinci, Çev: Yılmaz Öner, İstanbul: Belge Yayınları, 2014.
  11. Marcuse, H. Eros ve Uygarlık, Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme, Çev: Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 1998.
  12. Marcuse, H. Tek Boyutlu İnsan, İleri Endüstri Toplumun İdeolojisi Üzerinde İnceleme, (Çev: Seçkin Çağan), İstanbul: May Yayınları, 1968.