Kırım Göçü
Türkiye Cumhuriyeti yıllarında Kırım Göçü ve Diasporası
Tarihi Süreç
Kırım’ın kitlesel göçü Osmanlı dönemine kadar dayanan uzun ve eski bir süreçtir. Dolaysıyla Osmanlı Döneminde yaşanan olaylar ve göç dalgaları, Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki göçleri anlamak adına yol gösterici olacaktır.
1768 yılında Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan bu süreç, ilk olarak Rusya’nın Kırım’ı işgaline kadar olan zaman içerisinde etkisini iç savaşlar olarak göstermiştir. 1783 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgaliyle ise toplumun her kesiminden insanların Osmanlıya iltica etmesiyle, uzun yıllar sürecek olan kitlesel bir göçün ilk adımları atılmış oldu. İşgalin devamında gelen hakimiyet süreci ise Kırımlıların kendi ülkelerinden sürülmeleriyle devam etti. Siyasi sebepli ortaya çıkan bu göç dalgalarının Osmanlı-Rus savaşlarından sonra olması dikkat çeker (Kırımlı 2017). Kırımlı (2017) bunu Rusya’nın Kırım Tatarlarını, Osmanlıların Kırım’daki beşinci kolları olarak görmesine bağlıyor. Dolayısıyla savaş sırasında Kırımlıların Rusların pozisyonuna zarar verici bir hamle gerçekleştirmesi olasılığı da bu kitlesel göçün siyasi sebeplerinden biridir.
Bu göç dalgalarıyla devam eden tarihi süreç ise 1920 yılında Sovyetler Birliği’nin Kırım’ı hakimiyetleri altına almasıyla daha da sancılı bir süreç başlamış oldu. Savaş politikaları ve savaşın getirisi olarak Sovyet Rusya’da beş milyon insanın öldüğü daha önce görülmemiş bir açlık meydana geldi (Kırımlı 2017). Siyasi nedenlere ekonomik nedenler de eklenince Kırım’dan Türkiyeye ilticalar daha da arttı. Tarihe dikkat çekmek gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın içinde olan Türkiye, içinde bulunduğu sancılı duruma rağmen mültecileri kabul politikasını devam ettirdi ve Kırım’a açlık yardımları dahi gönderdi (Kırımlı 2017). Bu da gösteriyor ki, kitlesel göçün kaçınılmaz sebeplerinden olan demografik, sosyal ve kültürel dengede değişiklik yaratmış olmasına rağmen iki toplumun da birbirine duyduğu kabullenici tavır dikkat çekmektedir.
1930’lu yıllara gelindiğinde ise Sovyet Rusya’nın Kırım Tatarlarına karşı sürdürmekte olduğu kitlesel göç politikası daha da sertleşti. Stalin, Kırım’da Türk pasaportu taşıyan insanları sınır dışı etmeye başladı. Bu pasaport sahipleri, Türkiye’ye giderek Osmanlı pasaportu almış ve Kırım’a geri dönmüş olanlardı, yani Kırım Tatarı soyundan gelen insanlardı (Kırımlı 2027).
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından da etkilenen Kırım Tatarları, 1944 zorunlu kitle göçü ile Orta Asya ve Urallara sürüldüler. Savaş sırasında Tatarların, Nazilerle iş birliği yaptığı gerekçe gösterilerek, Kırım’da kalan bütün Tatarların tümüyle Kırım’dan ayrılmaları sağlanmıştır (Ersoy 2008). Sovyetler Birliği’nin sona ermesiyle ve Ukrayna’nın bağımsızlık döneminin başlamasıyla sınırlı sayıda geri dönüşler başlamıştır ancak sözü geçen hızlı kaynaşma ve alışma sürecinden dolayı da artık siyasi sebeplerden değil ancak sosyal, kültürel ve ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’ye giriş çıkışları halen devam etmektedir. Göç konusunda birçok diğer olayda olduğu gibi kaç kişinin geldiği, geri döndüğü ve kaldığıyla ilgili net bir veri yoktur.
2014 yılında Rusya Federasyonu’nun Kırımı ilhakı ise yine aynı sonuçlara sebep olmuştur ve topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Rusya’nın Kırım’a bağlanmasını onayan 2014 yılının Mart ayında yapılan referandumu Birleşmiş Milletler tarafından yasal görünmemektedir. Bu hamlenin Rusya Federasyonuna geri dönüşleri uluslararası arenada çeşitli yaptırımlar olarak geri dönmüştür. Bu yaptırımların yeterli olmadığı, günümüzde devam eden Rusya’nın Ukrayna işgali göz önüne alındığında, değerlendirilmesi gerekir.
Günümüzde hala devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nın fitilini yakan hamle de bu olmuştur. Bu süreçte yaşanan anlaşmazlıklar sonucunda 2022 yılında Vladimir Putin Ukrayna’da özel askeri operasyon başlatmıştır.
Kırım Tatarları Kimlerdir?
Kırım Tatarlı, Kırım yarımadasında ve Ukrayna’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türk kökenli olan Ukrayna’nın yerli halkıdır. Tatarların, Kırım bölgesinden gelen topluluklar olduğu ‘Kırım Tatarları’ ismi ile sunulmaktadır. Coğrafi bölgeleri kimliklenmelerinde geçerek, anavatanları hakkında bilgi vermektedir. Hala devam etmekte olan Rusya’nın Ukrayna'yı işgalinde, Kırım Tatarlarının çoğu Ukrayna'yı destekleyici bir pozisyon olarak, beyanlarını “Kırım Ukrayna’dır” şeklinde göstermektedir (Ukrainer 2021). Bu ifade, yüz yıllardır yaşadıkları zorluklara rağmen hala kendi kültürlerini kaybetmediklerinin ve koruma isteklerinin bir göstergesidir.
Nedenleri
Tarihsel süreç dikkate alındığında hep savaşlardan etkilenen ve Rusya’nın neredeyse her hükümetinde baskıya maruz kalan Kırım Tatarlarının ülkelerini terk etmelerinin asli nedeni siyasidir. Çünkü Rusya, bu insanların Kırım’dan uzaklaşmasını kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu insanların göç etmesinin diğer nedenlerinden olan sosyal, ekonomik ve hatta psikolojik nedenler bağımsız olmaktan uzaktır. Bu sebepler temelde siyasi nedenlerin doğurduğu faktörlerdir.
Ersoy (2008), Kırım göçlerinin Osmanlı topraklarına olmasının nedenlerini ise şu şekilde açıklamaktadır:
İtici Nedenler:
- Rusların Baskısı
- Savaş Bölgesi Olması (Osmanlı-Rus Savaşı; Kırım Savaşı…)
- Ekonomik Nedenler
Çekici Nedenler:
- Kültürel Bağlar
- Ulaşım Kolaylığı
Burada bahsi geçen ‘itici nedenler’ birincil nedenlerdir. Çünkü göçün temel nedeni, Rusya’nın insanları göç etmeye zorlayan siyasi eylemleridir. Siyasi eylemlerin sonucunda ise göçmenler için itici nedenler ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen ‘çekici nedenler’ ise göçmenler ile göç edilen ülkenin arasındaki ilişkiden doğar. 1944 yılında gerçekleşen kitlesel göçün resmi gerekçesi olarak “vatan hainliği, Sovyet halkını imha etme girişimi ve Nazi işgalcileriyle iş birliği” olarak gösterilmiştir (News 2021).Burada da Rusya kendi çıkarlarını gözeterek hareket etmiş, bir halkı toplu olarak hainlikle suçlayarak ve siyasi nedenleri göz önünde bulundurarak göç etmeye zorlamıştır.
Sonuçlar
Hızlı bir uyum süreci yakalayan ve kayıtlı bir sürtüşmeye sebep vermeyen Kırım Tatarlarının Türkiye’ye göçü, iki kültürün birbirine yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Tarih boyunca sürekli göç etmiş olmanın getirdiği bir alışkanlık da burada söz konusu olabilir.
Elbette bu göçün sonuçları en çok Kırım Tatarlarını etkilemiştir. BBC’nin (2021) haberine göre göç eden insanların %20 ila %46’sı açlık, bitkinlik ve hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmiş ve temiz suya erişimin bulunamamasından dolayı da gittikleri yerlere çeşitli hastalıklar götürmüşlerdir.
Kırım Tatarlarının Türkiye’de Örgütlenmesi
Kayıtlı en eski Kırım Tatar örgütlenmesi 1908 yılında kurulan Tatar Cemiyet-i Hayriyesi’dir. Yine 1950’li yıllarda Kırım Türk Kültür Derneği, Kırım Türkleri Yardımlaşma Birliği gibi dernekler yerini almıştır. 1990’larda ise bu derneklerin faaliyetleri oldukça artmıştır (Ersoy 2008). Derneklerin bu örgütlenmesi diasporanın altını doldurmaktadır. Çünkü bu dernekleşmeyle örgütlenmelerini sağlayan tutum, hala anavatanlarına karşı takındıkları tutumu ortaya koymaktadır. Bunların hepsi bir bağlılık göstergesi olarak okunabilir. Bu derneklerde kendilerini Kırım Türkleri olarak da tanıtmaktadırlar. Buradaki kimlikleştirmenin ise geri dönüş gibi bir planları olmamasına ve kendilerini buraya ait hissetmelerinin yanı sıra oraya karşı hala bağlılıklarını ortaya koymaktadır. Aynı durum Türkiye Cumhuriyeti açısından bakıldığında da geçerliliğini korumaktadır. Bu insanları geri dönecek olan bir misafir olarak görmektense artık burada yaşayan ve buna devam edecek olan insanlar olarak ele alır. Bu da yine Kırım Türkleri ibaresinden anlaşılabilecek bir durumdur. Ayrıca, Türkiye’nin, Kırım Tatarlarına gösterdiği bu tutumu, farklı etnik kökenden gelen vatandaşların davranışlarının ve örgütlenmelerinin oldukça dikkatli gözlemlendiği aynı dönemde göstermiş olması hayli dikkat çekmektedir. Bu da Kırım Tatarlarını aslında Türk olarak gördüklerinin başka bir göstergesidir.
Göç mü, Sürgün mü, Soykırım mı?
Kırım Tatarlarının yıllardır etkilendiği bu durumun göç mü, sürgün mü yoksa soykırım mı olduğunu anlamak ve tartışmak için ilk önce bu terimlerin tanımlarını iyice anlamak gerekmektedir.
Göç “insanların bulundukları yerden ekonomik, sosyal siyasal ve kültürel nedenlerden dolayı başka bir yere hareket etmelerine verilen genel bir ad olarak tanımlanabilir” (Oral ve Çetinkaya 2017). Göçün elbette birçok çeşidi vardır: bireysel göç, toplu göç, düzenli göç, düzensiz göç, geçici göçmen işçiler, iç göç, uluslararası göç, mülteci, sığınmacı ve zorla göç gibi. Ancak konuyla bağlantılı olanları yakalamak adına bazılarının tanımlarını yazmak yeterli olacaktır.
Uluslararası göç bunlardan biridir. Adından da anlaşılacağı üzere uluslararası göç, başka bir ülkeye kalıcı veya geçici olarak yerleşmektir. Zorla göç ise doğal yolların ortaya koyduğu koşullar yüzünden ya da insan eliyle ortaya çıkan nedenlerden dolayı zora koşma unsuruyla insanların bulundukları yerlerden başka bir yere yaptığı göç hareketidir. Doğal yolların zorlaması sonucu olan zorunlu göçte, göç eden halk gönüllü olarak göç eder ancak zorlayıcı olan yaşam koşullarıdır. Bu koşullar ekonomik, sosyal veya kültürel olabilir.
Bir devletin bir bölgede yaşayan vatandaşlarını göç etmeye, bulunduğu yerden ayrılmaya zorlaması olarak da tanımlanabilir. Sürgün, “iktidarların toplumsal ve ahlaki normlarla uyuşmayan, politik olarak aykırı olan, dini öğretileri ve kurumları benimsemeyen ya da eleştiren insanları etki alanlarından uzaklaştırma, bir cezalandırma yöntemi…” olarak tanımlanmaktadır (Karabulut 2018).
Soykırım, belirli bir grubun mensuplarını öldürmek, onlara ciddi bedensel veya psikolojik zarar vermek, hayat şartlarını kasıtlı olarak etkileyerek maddi varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açmak, grubun içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler dayatmak ve grubun çocuklarını başka bir gruba zorla nakletmek olarak hukuksal çerçevede tanımlanmaktadır (Kocaoğlu 2010).
Kırım Tatarları konusunda bunun bir uluslararası göç olduğu aşikardır. Ancak tartışma yaratan konu daha çok bu halkın nasıl ve hangi koşullarda göç ettiği ve bunun göç tanımını değiştirip değiştirmediğidir. Zorunlu göç tanımına bakıldığı zaman bu insanların yıllardır devlet eliyle, zorunlu olarak bir yerden bir yere gönderildiği aşikardır. Ancak bunun sürgün mü ya da soykırım mı sorusuna taşıyan dönemin ve iktidarın ortaya koyduğu koşullardır. Örneğin 1944 yılında yaşanan, Stalin’in suçlamalarından da açıkça belli olduğu üzere bir cezalandırma yani bir sürgün olarak ele alınabilir. Çünkü alenen bir etnik topluluğun tamamını hainlikle suçlayıp sürgün etmiştir. Soykırım hususunda ise İkinci Dünya Savaşında Nazilerin Yahudilere ve diğer ayrıcalıksız kitlelere uyguladığı sistematik öldürme eylemi gibi burada Kırım Tatarlarına gerçekleştirilmemiş olsa bile, durumun getirdiği koşullar içerisinde, kitleleri sistematik olarak göç ettirmesi ve bu göç yolunda insanların hastalıktan, açlıktan ve hijyen eksikliğinden ölüme terk edilmesi, sistematik ve dolaylı yoldan bir soykırım olarak adlandırılabilir mi sorusunu açığa çıkarmaktadır.
Tanımlar her ne kadar olayları, koşulları ve durumları anlamak, saptamak ve önemini göstermek adına önemli olsa da, burada Kırım Tatarlarının yıllardır karşı karşıya kaldıkları hayat şartları göz önüne alındığında her hangi bir tanım ataması yapmadan bile durumun ne kadar hayati olduğu aşikardır. Kanaatim, bunun bir göç olmadığı ve sürgün edilen halkın dolaylı yollardan sistematik bir şekilde ölüme terkedilmesi sebebiyle soykırıma daha yakın olduğudur. Yüzyıllardır süre gelen, hala çözülememiş ve üzerine güncel bir savaş çıkmış konunun sadece bir kitlesel göç olarak tanımlanması yerine, altının doldurulması gerekmektedir.
Hazırlayan: O-Staj Göç Çalışmaları Stajyeri Güzin Yağmur Baltacı