"Üç Dünya" Tipolojisi
20. yüzyılda tarihsel gelişmeler, siyasi sınıflandırma temellerini bir kez daha değiştirdi. İki savaş arası dönemde özellikle Stalinist Rusya'da, Faşist İtalya'da ve Nazi Almanyası'nda otoriteryenizmin yeni şekillerinin ortaya çıkması, dünyanın iki tür rejim arasında, demokratik devletlerle totaliter devletler arasında bölündüğü fikrini güçlendirdi. Demokrasi ile totaliterizm arasındaki keskin karşıtlık, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle beraber faşist ve Nazi rejimlerinin çökmüş olduğu gerçeğine rağmen, 1950'ler ve 1960'lar boyunca rejimlerin sınıflandırılması çabalarına egemen oldu. Bununla beraber, bu yaklaşımın büyük ölçüde Soğuk Savaş ideolojisinin bir türü olarak görülebileceği yönünde artan bir farkında oluş da mevcuttu ve bu durum, daha değerden-bağımsız ve ideolojik bakımdan tarafsız bir sınıflandırma sistemine ulaşma çabalarını teşvik etti. Bu da "üç dünya" yaklaşımı olarak isimlendirilen ve siyasi dünyanın şu üç ayrı blok halinde bölünebileceği inancını ifade eden yaklaşımın gittikçe daha popüler hale gelmesini sağladı:
- Kapitalist "birinci dünya"
- Komünist "ikinci dünya"
- Gelişmekte olan "üçüncü dünya".
Üç-dünya yaklaşımının iktisadî, ideolojik, siyasi ve stratejik boyutları mevcuttur. Sanayileşmiş Batılı rejimler iktisadi anlamda, yani kendi nüfuslarına en yüksek seviyede refah sağlamaları bakımından "birinci"ydi.
Birinci ve ikinci dünyalar, şiddetli bir ideolojik rekabetle daha fazla ayrılmış durumdaydı. Birinci dünya, özel teşebbüsün, maddi güdülerin ve serbest piyasanın arzuya şayan olduğu gibi "kapitalist" ilkelere bağlıydı. İkinci dünya ise sosyal eşitlik, kolektif çaba ve merkezi planlamaya duyulan ihtiyaç gibi "komünist" değerlere bağlıydı. Üçüncü dünya rejimleri ise genellikle otoriterdi ve geleneksel monarklar, diktatörler veya basitçe ordu tarafından yönetiliyordu.