Üçüncü Roma Teorisi
Milliyetçiliğin doğuşunda geçmişi yeniden yorumlayarak kültürel dönüşümlerin sağlanması önemli bir faktördür. Bu anlamda Rus tarihinde üç önemli kültürel dönüşüm süreci ve Rus kimlik oluşum sürecinden bahsedilebilir.
Birincisi, Ruslaşma (ya da Slavlaşma) olarak ifade edilebilir. Pagan kültürden Ortodoks kültüre geçiş sürecini ele alınırken sadece pagan olmakla kalmayıp ondan daha üstün olan bir kimlik iddiasıdır. İkincisi ise, Ortodoks kültürden imparatorluk kültürüne geçişi temsil etmektedir. Ortodoks ama ondan daha üstün olma bilincini içermektedir. Üçüncü Roma olma iddiasında ise, Bizans mirasını bir yandan kabul etmekte fakat Rus Çarlığının Bizans’tan tarihsel anlamda daha ileri ve gelişmiş olduğunu iddia etmektedir. Üçüncü kültürel dönüşüm ise Lenin’le beraber Sovyetlerin kurulmasıyla yaşanmıştır. [1] Söz konusu üçüncü süreçte Rusya’da tarihsel bir kırılma yaşanmasına neden olmuştur. Bu kırılmanın yaşanmasıyla birlikte 19.yy ‘da yoğun bir biçimde tartışılan ve günümüze kadar ulaşan medeniyet sorunsalı ortaya çıkmıştır. Üçüncü Roma teorisi Pskov manastırlarından birinde rahip olan Filofey adlı biri tarafından işlendi ve yazılı olarak III. Vasili’ye sunuldu. Bu teori şöyle formüle edilmişti: Daha önce dünya hâkimiyetinin merkezi Roma idi. Sonra Yeni Roma (Bizans) oldu. Her iki Roma da düştü. Hâlbuki Üçüncü Roma ayaktadır, o da Moskova’dır. Hristiyanlıktaki “mukaddes teslis” gereğince Dördüncü Roma olmayacaktır. [2]
. Bu teoriye göre “ Moskova” dünya hâkimiyetinin yeni merkezidir. Moskova’nın hükümdarları ve Bizans imparatorlarının halefleri Ortodoksluğun yüksek hamileri konumuna getirilmiştir. Ortodoksluk tek doğru ve hakiki din olarak kabul edilmektedir. Böylelikle Moskova ise yeryüzündeki doğruluğun ve hakikatin merkezi konumuna gelmiştir. Üçüncü Roma teorisi tarihsel anlamda dini gereklerin sonucu olarak ortaya çıktığı görülse de aslında aynı zamanda seküler bir yapıya sahiptir. Rusya’nın “ Doğu’nun hâkimi” olma arzusu Üçüncü Roma ilanının göstergesidir. Rusya böylelikle Ortodoksluğun hamiliğini elde ederek Doğu’da en güçlü imparatorluk olma hayalini gerçekleştirme isteğine sahip olmuştu. Moskova Üçüncü Roma olma iddiasını sürdürürken bir yandan Bizans’ın mirasını sahiplenirken, diğer yandan Bizans’ın vesayetinden kurtulmuş oluyordu. Üçüncü Roma hem uhrevi hem de maddi dünyayı kapsayan özel ideolojik karaktere sahiptir. Rus Mesihciliği’nin özünü; dünyada ki tüm insan topluluklarına düzenci ve aynı zamanda tüm insani problemleri çözmeye muktedir olma inancı oluşturur. 19. yy felsefecisi Nikolai Fedorov’un “ Rus Kozmosu” diye kavramsallaştırdığı “insanoğlunun mukadderatındaki tüm apokaliptik değişimlerin gerçekleşebilmesinin ancak Rusya’nın siyasi ve dini liderliğinde mümkün olabileceği” görüşü Mesihçi yaklaşımın bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. [3] Sovyet döneminde Mesihçi gelenek ( Üçüncü Roma formu ) Batılılaşmanın etkisiyle seküler ve ideolojik bir hal almıştır. Ortodoksluk bir Doğu (Avrasya) dini olduğuna göre Rus Ortodoks Kilise ’si sadece dini değil Rus halkının ve Avrasya medeniyetinin sorumluklarını üstlenmelidir. Avrasyacılığın temellerini atan Dugin, bugünkü dünya düzeni karşısında Rusya’nın merkez güç olabilmesi için Üçüncü Roma ruhunun dirilmesi gerektiğini işaret etmektedir.