Yabancılaşma
Yabancılaşma duygusu insanın özel olarak hissettiği dış dünyadan soyutlanmış ve güçsüz hissettiği bir anlama sahiptir. Bu kavramın gelişim sürecinde en büyük katkıyı sağlayan Marx olmuştur. Marx insan bilincine önem vermekteydi. İnsanların yaptıkları her faaliyeti sosyal çevresiyle birlikte yaptıkları bir üretim süreci olarak ele aldığından bu birliktelik bozulduğunda yabancılaşmanın ortaya çıkacağını söyler. Marx çalışmalarını emek, ekonomi alanlarında yaptığı için yabancılaşma kavramını da üretim süreci açısından ele almıştır. Devamında da yabancılaşmanın dört tipinden bahseder: 1) İşçinin ürettiği ürüne yabancılaşması: İşçi çalıştığı fabrikada her gün aynı işi yapmaktadır ve her işçi sonunda ortaya çıkacak olan ürünün bir parçasını üretmektedir. Bu yüzden belli parçaları üreten işçiler esas ürünün ne olduğunu bilmedikleri için ürünün kendisine yabancılaşmış olurlar. 2) İşçinin üretim sürecine yabancılaşması: İşçi sadece belirli bir işi yapmaktadır. Uzmanlaşma ve iş bölümü vardır. Bu yüzden başka alandaki işçilerin ne yaptığını bilmemektedir. Bu durum da insanın üretim sürecine yabancılaşmasını getirir. 3) İşçilerin birbirine yabancılaşması: Fabrikadaki yoğun çalışma ortamı nedeniyle işçiler birbirileriyle sağlıklı ilişkiler kuramamaktadır. Bu yüzden, çoğu çalışma arkadaşını tanıyamaz hale gelmiştir. Bu durumda da işçiler birbirilerine yani arkadaşlık ilişkilerine yabancılaşmış olurlar. 4) İnsanın kendine yabancılaşması: İşçi bütün gün yoğun bir şekilde ağır şartlar altında fabrika çalıştığı için kendine ayıracağı vakti kısıtlıdır. O kısıtlı vakti de dinlenmek için kullanır. Aile ve sosyal ilişkileri yok denecek kadar azalmıştır. Sadece işe gidip gelen, yemek yiyip uyuyan temel ihtiyaçları dışında bir şey yapmayan bir varlık olur. Aslında bizi hayvandan ayıran bilinçli davranışlardan uzaklaşarak kendine de yabancılaşır.[1]
Sınıf ve Kapitalizm Kavramlarının Yabancılaşma ile İlişkisi
Sınıf, toplum içinde belli bir aidiyet duygusunun olduğu toplumu aynı zamanda parçalara ayıran bir kavramdır. Karl Marx’ın da üzerinde durduğu sınıf kavramı ona göre insanın sınıf bilinci kazanarak farkındalığının artacağı bir kavramdır. Devrimci bir anlayışla insan ait olduğun sınıfın bilincinde değilse değişimi ve devrimi gerçekleştiremez. Sınıf kavramı aynı zamanda toplumu ve bireyleri de birbirinden ayırdığı için özellikle alt sınıfa mensup olan kişiler kendilerini soyutlanmış ve dışlanmış hissettiği için toplumsal ilişkilere ve kendilerine yabancılaşmış olacaklardır. Kapitalizm özel mülkiyete ve kar elde etmeye dayanan bir ekonomik sistemdir. Böylesi bir sistem içinde çalışmak ve üretmek en önemli eylemlerdir. İnsan kapitalist sistem içinde her gün uzun saatler boyunca, sosyal ve fiziksel aktiviteden uzak kaliteli vakit geçiremediği bir yaşamda Marx’ın ortaya koyduğu dört yabancılaşma sürecinden geçer. Sürekli çalışmaya dayalı bu sistemde sermaye artış göstermekte fakat talep arttığı için emek ucuzlaşır. Dolayısıyla, bireyler emeğinin karşılığını alamadığı için mutsuz olur. Kendini toplumdan soyutlar ve çalıştığı ortama, yaşadığı çevreye kendini ait hissedemez. Bu durum da yabancılaşmaya sebep olur.
Kavrama Katkıda Bulunanlar
Yabancılaşma kavramı aslında ilk olarak Hegel ile başlamıştır. Hegel’e göre varlık; diyalektik yöntemle uygun olarak sürekli gelişen bir süreçtir ve bu gelişimin bir ilkesi vardır o da geisttir. Geist bu gelişme süreci içinde kendini gerçekleştirir fakat aynı zamanda da kendinden uzaklaşarak kendine yabancılaşmış olur.[2] Yabancılaşma kavramını 1950 ve 1960’larda Amerikalı sosyal bilimci olan Seeman tarafından soyutlanma, güçsüzlük, normsuzluk, anlamsızlık ve kendine yabancılaşma olarak beş psikolojik unsura ayırarak değerlendirmiştir. Marx ve Ludwig Feurbach’ın kavramsallaştırmayı dine uyarlamaları ortak oldukları nokta oldu. Genç Hegelci olan Feurbach insanın kendisinin Tanrıyı yarattığını söylemiştir. Aslında Tanrı kendine yabancılaşmış insandır. Buna benzer olarak da Marx dinin bir yanlış bilinçlenme olduğunu ve yabancılaşma biçimi olduğunu ifade etmiştir. Louis Althusser ve Frankfurt Okulu da kavramın gelişmesinde katkıda bulunmuşlardır. Herbert Marcuse kavramı Freud’un psikolojisiyle ilişkilendirdi ve daha sonraki dönemlerde radikallerin ve hippilerin esinlendiği bir kavram halline geldi.[3]
Hazırlayan: o-Staj Sosyoloji Çalışmaları Programı Stajyeri Gülden ERDEN