Meşruiyet
Meşruiyet kavramı, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanlarında olduğu gibi toplumsal, hukuki ve dini konularda da önemli bir yere sahiptir. “Meşruiyet kavramı sosyal bilimler literatüründe üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olmasına rağmen, içeriği, unsurları ve siyasi sistem üzerindeki etkileri konusunda genel bir uzlaşmanın varlığından söz etmek güçtür.’’1. Meşruiyet kavramı Türk Dil Kurumu ve sözlüklerde ‘meşruluk’, ‘yasaya, töreye vb. uygunluk, geçerlilik, yasallık’ olarak açıklanan Arapça kökenli bir sözcüktür. Herhangi bir alanda kabul edilen kurallara uygun olan biçimin kamu tarafından kabul edilmesi ve desteklenmesi olarak kabul edilebilir. Hem iç siyasette hem de dış siyasette yadsınamaz bir yeri olan ‘meşruiyet’ kavramı özellikle Alman sosyolog Max Weber’in çalışmaları ve teorileriyle başlar. Daha sonra gelişim gösteren bu kavram Max Weber’in teorilerinin ve düşüncelerinin bazı noktalarını hala daha içinde barındırır. Sonrasında bu kavram üzerine çalışmış sosyologlar için Max Weber’in çalışmaları ışık tutan bir kaynak olmuştur.
Meşruiyetin Tarihçesi
Meşruiyet kavramının tarihi, 19. yüzyılda yaşamış Alman düşünür ve sosyolog Max Weber’in meşruiyet ve otorite gibi kavramları çözümlemeye başlamasıyla başlar. Weber, “The Theory of Social and Economic Organization’’ adlı kitabında; "Tecrübelerimiz bize göstermiştir ki, hiçbir otorite sistemi, sadece maddi, duygusal veya ideal motiflere dayanarak sürekliliğini sağlayamaz. Bütün bunlara ek olarak, her otorite sistemi meşruiyetine ilişkin bir inanç oluşturmak ve beslemek gayretindedir."2 diyerek meşruiyetin önemini vurgular. Bu tanıma göre Weber, meşruiyeti siyasi, toplumsal, dini herhangi bir rejimin devamlılığının sağlanabilmesi için bir şart olarak görmüştür. Ayrıca Weber buna yol gösterebilmek adına otoriteyi üç başlığa ayırmıştır. Geleneksel, karizmatik ve rasyonel otorite biçimleri ile meşruiyeti belirleyen üç temel anlayışın üzerinde durmuştur.3
Weber’in Üç Otorite Kategorisi
Öncelikle, geleneksel otorite tarihte çokça karşılaşılan bir türdür. Feodal, monarşi veya patriarkal yapılar en büyük örneklerindendir4. Bu otorite biçiminde temel anlayış gelenekler sebebiyle buyruklara uyma ve hem bir inanç hem de bir kabul sistemi oluşturmaktır. Bu otorite türünde gelenekler büyük saygı görür ve kutsal birer kimlikleri vardır. İkinci olarak, karizmatik otoritede önemsenen şart liderin doğuştan sahip olduğu olağanüstü özelliklerdir. Burada lider genellikle bir ‘kurtarıcı’ olarak görülür. Hatta, ‘karizma’ kelimesinin Yunanca’daki anlamı, “Tanrı’nın lütfu” veya sadece “lütuf” demektir. Bu kapsamda, din ulularına ve azizlere, Tanrı’dan lütuf olarak “karizma” verildiğine inanılmaktadır5. Son olarak, yasal, hukuki veya bir diğer adıyla demokratik otorite; geleneklerden de olağanüstü kişisel özelliklerden de referans bulmaz. Burada önemli olan faktör akıl ve kurallardır. Otorite olarak kabul edilen varlık belli bir kişi değil onun sahip olduğu, yasaların yetkili kıldığı makamdır6.
Meşruiyet ve Otorite
Meşruiyet ve otorite kavramları birbiriyle oldukça iç içe ve birbirine bağımlı kavramlardır. Örneğin meşru olarak gücü elinde tutan bir iktidar sahibi otorite sahibi olmayabilir veya halkın önünde otorite sahibi olan bir kişi yasal olarak güce sahip olmayabilir. Böyle durumlarda siyasi krizlerin yaşanması kaçınılmazdır dolayısıyla bu iki kavramın bir arada eş zamanlı olarak bulunmaları halka en sağlıklı ortamı sağlayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi yasallık ve meşruiyetin, bağlantılı olsa da aynı kavramlar olmadığıdır. Eğer iktidar meşru kabul edilirse otoriteye sahip olma durumunun gerçekleşmesi kolaylaşır.