Bağımlılık Teorisi

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Indir (1)illşşl.jpg
4jj.jpg

Bağımlılık Teorisinin Kökeni

Bağımlılık teorisi ilk olarak 1950-1960 yılları arasında Latin Amerika ve Karayipler Ekonomi Komisyonu (ECLAC) ile ortaya çıkmıştır. Ekonomist Raul Prebisch ortaya konulan teori, Latin Amerika ülkelerinde neden az gelişmişliğin gerçekleştiğine dair bir açıklama bulmak amacıyla araştırmalara konu olmuştur. Eşitsizliğin artması ülkeler arasında kurulan ticari ilişkiler sonucu ortaya çıktığını ve bu durumun eşitsizlikten kaynaklandığını öne sürmüştür. Böylece, az gelişmiş ülke ekonomilerinin gelişmiş ülke ekonomilerine tabi olmasına neden olduğunu açıklamıştır. Sonralarda ise merkezi ülkelerin ihraç ettiği ürünlerin çevre ülke ekonomilerinin yaşadığı bozulmanın aksine, piyasada yüksek fiyatlarla satıldığı ve ekonomileri giderek daha fazla büyüdüğünü açıkladı. [1]

Gelişimi

Bağımlılık teorisi, uluslararası ticaretin yararlarını yadsıyan ve gelişmiş ülkelere itaat etme sonucunda az gelişmişliği açıklayan bir teoridir. Bağımlılık teorisi, Latin Amerika ülkelerinde 20. yy 'da ekonomik durgunluğun nedenini bulmaya yönelik teorik bir yanıt bulunmasını amaçlamıştır. 1950–1970 yılları arasında Latin Amerikalı bir grup uzmanın Latin Amerika’da oluşan sosyoekonomik durgunluktan endişe etmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Az gelişmiş ülkeler için dünya ekonomisinin bir eşitsizlik sistemini meydana getirdiği ve bu durumun yararlı olmadığı hipotezine dayandırılmıştır. Gelişmiş ülke ekonomilerinin her geçen gün büyümesi ve güçlenmesi, az gelişmiş ülke ekonomileri ise zamanla hassas ve zayıf bir hale geldiği görülmüştür. Bunun yanı sıra, merkez olarak hareket eden bir ülke olduğu da teyit edilmiştir. Bu durumda üretim altyapısına fazlaca güçlü düzeyde yatırım yapılan gelişmiş bir ülke konumuna yükseltmiştir. Bu nedenle mal ve hizmetler üretilmiş ve yüksek katma değere sahip olduğu gözlemlenmiştir. Diğer bir yandan, bu merkezi eksen çevresinde birçok çevresel veya az gelişmiş ülke bulunmaktadır ve düşük sanayileşme düzeyleri sebebiyle sadece gıda ve hammadde üretebilmişlerdir. Piyasada düşük bir değere sahip olmaları nedeniyle fiyatlarının çok düşük olması durumu gözlemlenmiştir. Bu bağlamda, az gelişmiş ülkeler endüstriyel, zengin veya gelişmiş ülkeler tarafından giderek daha fazla derecede sanayi ve teknolojik ayrımcılığa maruz bırakılmıştır. [2]


Bağımlılık Teorisi Düşünürleri ve Fikirleri

Samir Amin, Immanuel Wallerstein, Fernando Cardoso, Andre Gunder Frank gibi birçok akademisyen bu teorinin düşünürleri olmuşlardır. [3] Bağımlılık teorisyenleri, dünya sisteminin gelişmekte olan ülkelerin her zaman zengin ülkeler tarafından ekonomik olarak onlara bağımlı olduğu şeklinde bir düzenin olduğunu vurgulamıştır. Bağımlılık teorisyenlerinin argümanları; sömürge döneminde çekirdek ülkelerin kolonileri sömürdükleri ve bunun sayesinde büyük ölçüde geliştikleri ortaya çıkmıştır. Buna örnek ise çoğu sömürge imparatorluğu, kolonilerinden çeşitli mineral, metaller ve diğer ürünleri sömürdüğüdür. Bu, onların endüstriyel, zengin ülkeler olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bununla birlikte köleliği terfi ettirerek üretim maliyetleri için yarar asgariye indirilebilmiştir. Teorisyenler, bağımlılık teorisi için çoğu ülkenin bu kadar varlıklı ülkeler haline gelmemesi için önlemlerin alınmadığını vurgulamıştır. Sömürgecilik yeni düzlemde uzun süredir sona erdi diye düşünülmektedir fakat sömürü devam etmektedir. Bunun aslı, dış borç ve ticaret yoluyla görünür olmasından dolayıdır. Gelişmiş bazı ülkeler doğrudan ya da dolaylı olarak Uluslararası Para Fonu veya Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla çeşitli kalkınma planları altında fakir ülkelere dış borçlar vermektedirler. Bu onları ekonomik açıdan zengin ülkelere, sonsuza kadar da bağımlı borçlu kılmaktadır. Bu da demektir ki sömürü halen devam etmektedir. Ülke, gelişmeden ziyade borç ödemekten daha çok endişelendiğinden hızlı bir gelişim yaşama aşamasında gelişemiyor. Bunun yanı sıra, dış ticaret konusunda birçok gelişmekte olan ülke hammadde ihraç ettiği ve bu durumun ülkeye sadece hammadde için minimum bir meblağın ödenmesi kadar yarar sağladığı da gözlemlenmektedir. [4] Immanuel Wallerstein, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arası ilişkileri Dünya Sistem Teorisi ile açıklamıştır. Wallerstein’ın “Dünya Sistemi Teorisi” ne göre; dünyada merkez (core), çevre (periphery) ve yarı-çevresel (semi-periphery) ülkeleri mevcuttur. Bu teoriye göre; merkez ve çevre ülkeler arasında belirli iş bölümleri vardır. Çevrenin bu iş bölümündeki rolü, merkez ülkelere ham madde ve ucuz iş gücü temin etmesinden kaynaklanmaktadır. İleri teknolojiye sahip olan merkez ise ileri düzeyde ürünler üretmektedir ve çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundayken, merkez yüksek fiyatlardan almak zorunda bırakılmıştır. Yarı çevre ise; merkeze göre çevre, çevreye göre ise merkez konumundaki ülkelerden oluşmaktadır. Teorinin fikir babalarından olan Samir Amin'e göre ise Bağımlılık Teorisi'nin sorununun temelini merkez ülkelere olan bağımlılık olarak açıklamaktadır. Bu bağımlılıktan kurtulmanın yolunu ise çevre ülkelerin merkez ülkeler ile olan ilişkilerini kesim olarak sonlandırmaktan geçmekte olduğu kanısını taşımaktaydı. Siyasi, ekonomik ve kültürel alanda merkezden kopmanın gerçekleşmesi gerekmektedir ki Bu durumda sömürüden kaynaklanan merkezin üstünlüğü ve kutuplaşmasına son verilecektir. [5]


Hazırlayan: İrem Topuk


  1. Nicepara (2020),Bağımlılık Teorisinin Kökeni, https://nicepara.com/bagimlilik-teorisi-nedir/
  2. Nicepara (2020),Bağımlılık Teorisi Nedir?, https://nicepara.com/bagimlilik-teorisi-nedir/
  3. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, s.112-113
  4. BetweenMate(2021), Modernleşme Teorisi ve Bağımlılık Teorisi Arasındaki Fark | Modernleşme Teorisi ve Bağımlılık Teorisi, https://tr.weblogographic.com/difference-between-modernization-theory-and-dependency-theory-3426
  5. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, s.112-113