Devletin Cezai Yetkisi

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
The printable version is no longer supported and may have rendering errors. Please update your browser bookmarks and please use the default browser print function instead.

Devletler kendi ceza yasalarını oluşturma konusunda münhasır bir yetkiye sahip olup bu yasaları uygulama konusundaki yetkisi ortaktır. Devletin bu yasaları belirleme konusundaki bu münhasır yetkisi uluslararası hukukun belirlediği prensipler doğrultusunda gerçekleşmektedir. Devletlerin bu ceza yasalarını uygulama yetkilerinin iç hukuklarında hangi kriterlere dayandırıldığına dair araştırmalar incelendiğinde 5 farklı kriter görürüz:

1. Ülkesellik Prensibi(territoriality) ile suçun işlendiği yer,

2. Vatandaşlık prensibi (nationality) ile suçu işleyen kişinin hangi ülkenin vatandaşı olduğu,

3. Koruma prensibi (protective principle ile suçun ülke çıkarlarına zarar vermesi,

4. Evrensellik prensibi (universality) ile suçu işleyen kişinin sadece ülke yetkililerince yakalanmış olması,

5. Pasif kişisellik (passive personality) ile suçtan zarar görenin (mağdur) vatandaşlığı kastedilmektedir.

Bu 5 ölçütün hepsi uluslararası hukukta kabul görmüş olup uygulamadaki yaygınlıkları ile yapılageliş değeri taşımaktadırlar. Bu noktada uygulamada en yaygın olan prensip ise ülkesellik prensibidir. Yani bir devlet kendi ülkesindeki ceza yasalarını, bu yasaya uymayan kişinin vatandaşlığı ne olursa olsun yargılama yetkisine sahiptir. En az yaygın olan prensip ise pasif kişiselliktir ve bu yüzden sürekli olarak geçerliliği tartışılmaktadır.

Uluslararası hukuk tarafından da kabul edilen bu ölçütler göz önüne alındığında, bazı durumlarda bir kişi/suçlu üzerinde bir çok devlet aynı anda cezai yargı yetkisine sahip olabilmektedir. Böyle durumlarda söz konusu kişi hangi devletin sınırları içindeyse o devlet yargılama konusunda önceliğe sahip olur. bu noktadaki tek sınırlandırma ise şudur: herhangi bir devlet tarafından bir suçtan yargılanıp cezalandırılan kişi, aynı suç sebebiyle tekrar yargılanamaz. Fakat bu sınırlandırma bir devletin kendi vatandaşları için geçerli değildir.

Yargı ve cezalandırma konusunda ikinci bir sınırlandırma ise bir devlette yapılmakla yükümlü olunan ancak diğer bir devlette cezai sorumluluk doğuran bir eylem söz konusu olduğunda, bahsi geçen ikinci devletin kişiyi yargılama yetkisine sahip olmadığıdır.

Ülkesellik Prensibi: Bu prensip kısaca her devletin kendi ülkeleri içerisinde işlenen bir suçu, fail kim olursa olsun ve hangi vatandaşlıktan olursa olsun, yargılama ve cezalandırma yetkisini ifade etmektedir. Devletlerin ceza yetkilerinin belirlenmesinde en temel prensip olsa da ülkesellik cezai yetki kullanımında yine de mutlak değildir. Bazı istisnai durumlar vardır ve bu istisnaların başında kapitülasyonlarla başka devlet vatandaşlarına tanınan cezai yargı bağışıklıkları/ dokunulmazlıkları ve yabancı devlet veya uluslararası örgütlerin resmi görevlilerine tanınan cezai bağışıklıkları/ dokunulmazlıkları gelmektedir.

Vatandaşlık prensibi: Vatandaşlık prensibi, bir devletin kendi vatandaşları nerede olursa olsun, yaptıkları cezai ihlaller sebebiyle kişileri kendi ceza yasaları ile yargılayıp cezalandırma yetkisini ifade eder. Bu prensip, kişilerin bulundukları yerden bağımsız bir şekilde kendi ülkelerine karşı yükümlü olmaları gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Yani bir ülkenin vatandaşları, başka bir ülkenin toprakları veya uluslararası alanlardayken kendi ülkesinin ceza yasalarını ihlal ederse, bu kişiyi kendi ülkesi yargılayıp cezalandıracaktır. Ancak şöyle istisnai bir durum vardır: kişinin vatandaşı olduğu ülkede suç sayılmayan eylem, bu eylemi suç sayan bir başka ülkede işlendiyse o zaman kişi kendi ülkesinde, kendi cezai yasalarıyla yargılanmak zorunda değildir. Bir kişinin birden fazla devletin vatandaşı olması durumunda ise, vatandaşlığı elde tutulan her devlet bu kişi üzerinde yargıla yetkisine sahip olabilir.

Koruma Prensibi: Koruma prensibi bir devletin kendi çıkarlarına zarar veren kişiyi yargılama ve cezalandırma yetkisidir. Bu noktada önemli olan suçun kim tarafından, hangi ülkenin vatandaşı tarafından veya nerede işlendiği önemli olmaksızın zarar verme ölçütüne bağlı olarak yargılama yapma ve ceza verilmesidir. Ancak bu prensipte şöyle bir sorun vardır ki o da "ulusal çıkarlar" kavramındaki belirsizliktir. Bu kavramın genişliği ve belirsizliği sebebiyle, bir devletin başka bir devlete karşı hoşgörüsüz davranışları, ya da ekonomik kısıtlamaları gibi herhangi bir eylem bile ülkenin ulusal çıkarlarına zarar veren bir eylem olarak kabul edilebilmektedir. Bu sebeple ülkeler bu ulusal çıkar kavramını yorumlarken oldukça hassas davranmakta ve günümüzde sadece terörizm gibi ciddi konuları bu prensip ile değerlendirmektedirler.

Pasif Kişisellik Prensibi: Bu prensip herhangi bir suç sebebiyle zarar gören kişinin vatandaşı olduğu devletin, suçu işleyenler üzerinde yargılama ve cezalandırma yetkisi olması anlamına gelir. Örneğin 2 Ağustos 1926'da Ege Denizi açık sularında, Midilli Adasının 5-6 mil açıklarında, Bozkurt isimli kömür yüklü Türk gemisi ile Lotus isimli Fransız ticaret gemisinin çarpışmaları sonucu Bozkurt gemisi batmış ve 8 Türk gemici kaybolmuştur. Lotus gemisi ise kurtarabildiği birkaç kişi ve Bozkurt'un kaptanı ile birlikte İstanbul'a gelmiştir. Ölenlerin ailelerinin şikayeti üzerine Bozkurt'un kaptanı ve Lotus 'un görevli süvarisi tedbirsizlik sebebiyle ölüme sebebiyet vermekten İstanbul mahkemelerince tutuklanmıştır. Fransa bu olayı ciddi bir şekilde protesto etmiş ve açık denizlerde meydana gelen bir olayda yabancı bayraklı bir geminin kaptanının yargılanması konusunda Türkiye'nin yetkisiz olduğunu iler sürmüştür. Türkiye ise bunu reddetmiş ve olayı Lahey Uluslararası Sürekli Adalet Divanına taşımayı teklif etmiştir. Konu Divana taşındıktan sonra Divan Türkiye'yi haklı bulmuş ve zarar gören tarafa zara veren ülke gemisinin personeli üzerinde yargılama yetkisi vermiştir. [1] Ancak sonraki yıllarda yaşanan gelişmeler bu prensibin geçerliliğini zayıflatmıştır. Bu prensip üzerine tarihte yaşanan örneklerin de az olması prensibin geçerliliği konusunda hukuksal açıdan ciddi şüpheler uyandırmaktadır.

Evrensellik Prensibi: Bu prensip suçun işlendiği yer, kim tarafından işlendiği gibi unsurlara bakmaksızın bir devletin sadece suçu işleyen kişiyi kendisi yakalamış olmasına dayanarak suçu işleyen kişiyi cezalandırma yetkisini ifade eder. Bu prensip devletlere oldukça geniş bir cezai yetki hakkı tanır ve bazı ülkelerin iç hukuklarında da kabul görmüştür. Günümüzde uluslararası hukukta da özellikle bazı suçlar için evrensel yargı ve cezalandırma yetki kullanılmaktadır. Evrensellik prensibinin hukuken geçerli olduğu ilk suç haydutluk(korsanlık) olmuştur. Korsanlık 19. yüzyıldan beri uluslararası hukukta suç sayılmakta ve bu suçu işleyenleri yakalayan her devletin ceza yetkisi olduğu kabul edilmektedir. Buna ek olarak devletler, özellikle bazı uluslararası sözleşme ve eylemler vasıtasıyla bu prensibin geçerliliğini hukuken kabul etmektedirler. Bunların ilki savaş suçlarıdır. Bir savaş sırasında, savaşta uyulması gereken kuralların ihlali söz konusu olduğunda tüm devletler bu konuda yargılama yetkisine sahip olur. Aynı tarihli 4 Cenevre Sözleşmesinin her birinde sayılan suçları işleyen kişilerin her devlet tarafından yargılanabileceği kabul edilmiştir. Ek olarak BM tarafından kurulmuş bir ceza mahkemesinde de bu durum böyle kabul edilir. Bazı uluslararası anlaşmalar da evrensellik prensibini öngörmektedir ancak bunların hangilerinin taraf devletler hangilerinin taraf olmayan devletler için uygulanacağı hala tartışmalı bir noktadır. Diğer bir tartışmalı nokta ise, bu kişileri yakalayıp yargı yetkisi kullanacak olan devletin o kişiyi nasıl yakaladığı ve yasa dışı yöntemlerle yakaladığında yargı yetkisi kullanıp kullanamayacağı ile ilgilidir. [2]

Hazırlayan: Erva Nur KÖK

  1. TEZCAN, Durmuş(1994), "Bozkurt-Lotus Davasının Uluslar arası Hukuktaki Önemi ve Yeri",Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, vol:2, no:4, s.267-272
  2. Acer, Yücel. Kaya, İbrahim. Uluslararası Hukuk . 6. Basım. Ankara: Seçkin Yayınları, 2015. s 164-169