Baltimore Hareketi- ABD Sivil Haklar Hareketi

TUİÇ Sözlük sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
The printable version is no longer supported and may have rendering errors. Please update your browser bookmarks and please use the default browser print function instead.

Baltimore Hareketi Amerika'da gerçekleşen sivil haklar hareketidir. Başlangıç noktası Maryland eyaletine bağlı Baltimore kentinde Freddie Gray isimli gencin gözaltındayken ölmesidir. 25 Yaşındaki gencin ölümü üzerine Savcı Marilyn Mosby 1 Mayıs 2015'te yaptığı bağımsız incelemeler ve adli tıp raporları sonucu bunun bir cinayet olduğuna karar vermiş ve bu kapsamda 6 polis memurunun yargılanmasına karar vermiştir. Gray, gözaltında iken omirilik yaralanması yaşadığını ve bunun için tıbbi yardıma ihtiyaç duyduğunu belirtmesine karşın, polisler tarafından bir destek görmedi. Bu polislerden biri "ikinci derece cinayet" suçuyla, diğer kişiler istemeden ölüme sebep olma gerekçesiyle yargılanması kararlaştırıldı [1].


Ayrıca, inceleme yapan Savcı Mosby,Freddie Gray'in gözaltına alınmasını da 'yasadışı' olarak adlandırdı. [2]. Eyalet Savcısı Marilyn Mosby, Gray'in yasadışı olarak tutuklandığını, saldırıya uğradığını ve yanlışlıkla yasadışı bir bıçak taşımakla suçlandığını söyledi. Mosby aslında yasal bir bıçak olduğunu ve bu nedenle tutuklama haklı olmadığını söyledi. [3].


Ancak buradaki önemli nokta Baltimore'da yaşananlar bir ilk olmayışıdır. Benzer şekilde 2014'te Ferguson'da bir gencin polis tarafından öldürülmesi de ülkede benzer bir harekete neden olmuştur (Ferguson Protestoları). Bu nedenle Amerika'daki oluşan bu hareketleri ayrı şekilde incelemek konunun siyasi yönünden uzaklaşıp yanlış değerlendirilmeler yapılmasına neden olmaktadır. Amerika'daki sivil haklar hareketi, kölelik dönemlerine kadar dayanmaktadır.


Amerika'nın Irkçılık Tutumunun Başlangıcı

Irkçılıkuzun yıllardan beri süregelen bir olgudur. 21.yy'da Afro-amerikalılar zaman zaman ırkçı tutumlara maruz kalmasına karşın, Amerika Birleşik Devletleri sivil haklar üzerine kurulu bir ülkedir.

4 Temmuz 1776 yılında 13 Amerikan kolonisinin Büyük Britanya Krallığı'ndan ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiği belge olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'ne bakıldığında Amerika'nın sivil haklar konusuna verdiği önem görülmektedir. Nitekim bu 13 koloni kendi bağımsızlıkları ve hakları için bu mücadeleyi gerçekleştirip bunu başarmıştır.

Tüm insanların eşit yaratıldığını, Yaradanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve bu hakların Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğa erişme haklarının bulunduğu gerçeklerinin apaçık ortada olduğunu kabul ediyoruz. Bu hakları güvence altına almak amacıyla insanlar arasında adil güçlerini, yönetilenlerin onayından alan yönetimler kurulur. Herhangi bir yönetim biçimi bu hedefler için zararlı olmaya başladığında bu yönetimi değiştirmek ya da feshetmek ve güvenliklerini ve mutluluklarını etkilemesi kendilerine en muhtemel görünen bir şekilde güçlerini düzenleyerek ve yönetimin temelini, tür ilkelere dayandırarak yeni bir yönetim kurmak halkın hakkıdır. [4].


Bunun yanı sıra, Amerikan Anayasa'sının da bir parçası olan Haklar Bildirgesi (Bill of Rights) da benzer şekilde civil haklara önem atfetmektedir; [5]


Değişiklik I: Kongre, bir din kurumu onaylayan veya serbest ibadeti yasaklayan ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan veya halkın barış içinde toplanma ve şikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükumetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapmayacaktır.


Değişiklik IV: Kişileri, üstlerinin, evlerinin, belgelerinin ve eşyalarının gereksiz aranması ve bunlara el konulmasına karşı koruyan haklar ihlal edilmeyecek ve bu yetkiyi veren müzekkere mutlaka muhtemel bir nedene dayanacak, yemin ve beyanla desteklenecek ve aranacak yeri, tutuklanacak kişi ile el konacak eşyaları özellikle belirtecektir.


Değişiklik VI: Bütün ceza davalarında sanık, suçun işlendiği eyalet ve daha önce yasaca saptanacak bölgenin tarafsız bir jürisi tarafından, hızlı ve kamuya açık yargılanmak, suçlamanın türü ve nedeni konusunda bilgi sahibi olmak; kendi aleyhindeki tanıklarla yüzleşmek; kendi lehinde tanıklar sağlamak için tanıkların mahkemeye celp edilmesi ve savunma için bir avukattan yardım alma hakkına sahip olacaktır.


Değişiklik VIII: Çok yüksek kefalet istenmeyecek, aşırı para cezaları konmayacak, insafsız ve olağandışı cezalar verilmeyecektir.


Değişiklik IX: Belirli hakların Anayasa’da sıralanmış olması, halkın diğer haklarının reddedilmesi veya küçümsenmesi olarak yorumlanmayacaktır.


Değişiklik X: Anayasa tarafından Birleşik Devletlere verilmeyen veya Anayasa tarafından eyaletlere yasaklanmayan yetkiler, eyaletlere veya halka aittir.


Burada da görüldüğü üzere, maddelerin hiç biri Afro-Amerikalılara özel bir tutumda bulunmayı gerektirecek şeklinde bir içeriğe sahip değildir. Ancak, ülkeye gelen bir grup vatandaş bu haklardan yararlanamamıştır.

Kölelik

Kölelik insanlık tarihi kadar eski dönemlere dayanmaktadır. Kölelik şartları ülkeden ülkeye değişmesine karşın, eski Çin, Hint uygarlıkları gibi birçok dönemde bir çok ülke köle iş gücünü kullanmıştır.

Amerika'daki sivil haklar arayışı da bu çerçevede başladı. Avrupalılar, Batı Afrika ülkelerini keşfederek buradaki tüccarlardan köle satın almaya başladı. Kölelerin Amerika kıtasına taşınmasındaki önemli etken dönemin dünya ekonomisine yön veren ürünlerinin pamuk, şeker, tütün ve baharat gibi iş gücü gerektiren tarımsal ürünler olmasıydı.


Bu dönemde yaklaşık 10 milyon Afrikalı “orta geçit”’de (Tekstil, rom, ve sanayi ürünlerinin Afrika’ya; kölelerin Amerika’ya; şeker, tütün, pamuğun da Avrupa’ya gönderildiği Atlantik Okyanusu’nda üçgen şeklindeki ticaret yolu) çalışmaktaydı. Bu Ticaret Üçgeni ağında, Afrika, Avrupa ve Amerika yer almaktaydı. Bu Ticaret Üçgeni içerisinde Afrikalılar çok zorlu ve olumsuz koşullara maruz kalmaktaydılar.

Köleliğin Amerika Birleşik Devletleri'ne gelişi ise 17.yy'ın ilk dönemlerine rastlamaktadır. 1607’de İngilizlere ait ilk kalıcı yerleşim bölgesi Jamestown, Virginia’da kuruldu. Fakat bu dönemde köle iş gücü önemli bir öneme sahip değildi. Toprak sahipleri, siyahi köleler yerine beyaz işçilere güvenmeyi tercih etmekteydi. Bu işçiler "sözleşmeli çalışan" olarak adlandırılmaktaydı ve toprak sahipleri ile kararlaştırdıkları sözleşmeler karşısında belirli bir miktar para için uzun yıllar çalışmaktaydılar. Fakat 17. yüzyılın ikinci yarısı başlarında hem kölelerin fiyatı hem de kendilerini sözleşmeye bağlamak isteyen göçmenlerin sayısı azaldı. Ayrıca burada köle fiyatlarının da düşmesi, ülkede köleliğin yayılmasının önünü açtı. Öyle ki, 1770 yılına gelindiğinde, Afro-Amerikalılar güney kolonilerdeki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını; Güney Carolina’da ise çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ancak Kuzey kolonilerde hiçbir zaman yüzde 5’i aşmadı [6]. Afro-Amerikalı köleler dönemin dünya ekonomisine yöne veren şeker, tütün, pamuk, baharat gibi temel gıda ürünleri üretilen çiftliklerde çalışmaktaydı. 1793 yılında, Eli Whitney'in pamuk tohumlarını çevresindeki elyafdan ayıran çırçır makinesini icat etmesi köle iş gücüne duyulacak ihtiyacın azalacağı beklentisini yaratmasına karşın, pamuk ekiminde yaşanan artış nedeniyle aksi bir şekilde köle nüfusunda artış yaşanmıştır. Köle nüfusundaki bu artış kölelere yönelik yasal çerçevelerin oluşturulmasını da beraberinde getirmiştir. Örneğin; 1705 Virginia Kölelik Yasası; kölelerin durumunu “Bu yönetim bölgesindeki tüm zenci, melez ve Kızılderili köleler taşınmaz mal olarak elde tutulacaktır. Herhangi bir köle efendisine karşı direnirse sahibi ıslah etmeye çalışırken asi köleyi öldürecek olursa böyle bir kaza hiç olmamış gibi köle sahibi tüm cezalardan muaf tutulacaktır.” şeklinde ifade etmektedir. Georgia eyaleti yasalarına göre ise kölelere okuma yazma öğretmek yasaktır.


Kölelerin bu durumu, ABD kolonilerinin bağımsızlıklarından itibaren Kuzey ve Güney bölgeler arasında önemli bir konuyu oluşturdu. A.B.D.’nin Bağımsızlık Bildirgesi (1776) evrensel kardeşlik üzerine coşkulu bir dil içermesine karşın, bu bildirgeyi kaleme alan Thomas Jefferson’ın kendisi de Virginia’lı bir köle sahibiydi. Jefferson bu çelişkiyi gördü, ve yazdığı bildirgede “insan doğasına karşı acımasız bir savaş” olarak tanımladığı köle ticaretini keskin bir dille kınadı. Ancak Amerika’nın fiili hükümeti olan Kıta Kongresi, çatışma konusu olabileceğinden dolayı bu kısmı bildirgeden çıkardı.


1787 yılında, çoğu Amerikalı, eyaletlerin ayrı ve merkezsiz bir birlikteliği yerine federal bir hükümet kurmaya karar verdi. Kongre toplantısında ele alınan temel konu Senato ve Temsilciler Meclisindeki delege sayısıydı. Bu noktada, Senato'ya eşit sayıda delege gönderilmesi kararlaştırılırken, Temsilciler Meclisinde nüfusa göre delege seçilmesi kararlaştırıldı. Nitekim nüfus sayısının hesaplanması sırasında ise her beş kölenin üç kişi olarak hesaplanması kararlaştırıldı. Bu ise “beşte üç uzlaşma” maddesi şeklinde adlandırıldı. Bu uzlaşma maddesi eyaletlerin daha güçlü bir birlik kurmasına olanak tanıdı [7].


Yıllar içerisinde bazı kuzey eyaletlerinde kölelik yasaklanırken, güney eyaletleri kölelik şartlarını yoğunlaştırarak uygulamaya devam etti. Dahası, Güney’de köle karşıtı olmak ölüm ile cezalandırılmak için geçerli bir sebepti. Bu nedenle, bu dönemde köleler "Yeraltı Demiryolu" şeklinde adlandırdıkları hareket ile kaçma girişimlerine başladılar. Bu hareket içerisinde özgür siyahiler ve onların beyaz destekçileri önemli görevler üstlendi. Hareketin bu şekilde isimlendirilmesinin nedeni ise yolculuk sırasındaki işlemlerde demir yolu terimlerinin kullanılıyor oluşudur. Örneğin; “kondüktör”, bir ya da daha fazla sayıda köleyi gizlice kaçıran kişiyi, "istasyon" kölelerin kaçırıldığı güvenli bölgeleri, "istasyon şefi" ise kaçırılma eyleminde rol alan dava sempatizanı olan kişiyi ifade etmektedir. Ünlü kondüktörlerden biri olan Harriet Tubman, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, çeşitli kılıklar içerisinde, ailesi de dahil 300 Afro-Amerikalının kaçırılmasında rol üstlenmiştir. Afro-Amerikalıların bu sürecinde, attıkları her adım karşı bir tepkinin doğması ile sonuçlanmıştır. Köleler güney eyaletlerinden kaçmaya başladıkça Amerikalılar iki kez Kaçak Köle Yasası çıkarmış ve kaçak kölelere verilecek cezaları ve köle sahiplerinin yasal hak sürecini planlamışlardır.


Amerikan İç Savaşı

Kölelik sorunu, Kuzey ve Güney arasındaki ilişkileri etkileyen önemli bir konuydu. Bu konudaki anlaşmazlık, iç savaşa da etkisi olan ekonomik temele sahipti. Amerika’nın kuzeyinde sanayi gelişmişti ve insan gücü yerini makine gücüne bırakmıştı, bu yüzden köleliğe ihtiyaç duyulmuyordu. Güneyde ise sanayi gelişmemiş ve ekonomi tarıma dayanmaktaydı. Bu nedenle, üretim için köleye ihtiyaç duyulmaktaydı.Abraham Lincoln köleliğin, herkesin eşit şekilde yükselme hakkına sahip olduğuna inanılan bir toplumda normal bir şey olmadığını söylemesiyle, kölecilik karşıtlığıyla 1860 yılında iktidara gelmesi Güney’i korkutmuştu. Lincoln oylarının büyük bir çoğunluğunu Kuzey’den yani, köleliğin kaldırıldığı bölgelerden almış ve hatta Güney’de bazı bölgelerde ismi oy pusulasına bile yazılmamıştı. Bu iç savaşın ilk belirtilerinden biri olarak gösterilmişti. Güneyli 11 eyalet, yeni başkanın köleliği kendilerinde de kaldıracağına inanılarak Jefferson Davis komutasında bağımsızlığını ilan etti ve hatta yeni bir devlet kurduklarını ve adının Amerika Konfederasyon Devletleri olduğunu beyan ettiler. Bu Amerikan topraklarında iki ayrı ülke ve başkan anlamına geliyordu. Güney, Kuzeyin köleliğe kaldırmak konusunda ısrarcı olacağını düşünerek 12 Nisan 1861 tarihinde savaş açmıştır. [8].


Lincoln’un temel hedefi ülkenin birliğini korumaktı. Bu nedenle Güney'in gücünü kırıp iç savaşı sonlandırmaya odaklandı. Kölelerin özgürlüklerine kavuşturulması ülkede üretimi azaltıp ekonomi gücü sarsabilecek ve böylece Güney'in savaştan çekilmesi ve yenilmesi sağlanmış olunacaktı. Bu doğrultuda, Lincoln, 1863 Özgürlük Bildirgesi ile köleliği kaldırdı ve beklendiği gibi Güney eyaletleri savaşa son verme durumunda kaldı. Ülkenin birliği korundu.


Yeniden Yapılanma Reformları

Güneyliler köleliği yasaklayan Anayasa’nın 13’üncü Madde, eşitliği savunan 14'üncü Madde ve oy hakkını destekleyen 15'inci Madde'yi onaylamak zorunda kalmıştı. “Yeniden Yapılanma Değişiklikleri” sayesinde kölelik kaldırıldı, tüm vatandaşların kanun önünde – tüm eyaletlerde – eşit koruma hakkı güvence altına alındı, ve oy kullanma hakkı açısından “ırk, renk, ya da önceki kölelik durumuna” bakılarak ayrımcılık yapılması yasaklandı. Böylece, İç Savaş sonrasında diğer Amerikalılara tanınan sivil haklardan Afro-Amerikalıların da yararlanmalarını güvence altına alacak yasal dayanak oluşturuldu [9].


Ancak bu yasaya rağmen bir yolunu bulan kölelik yanlıları Black Codes olarak adlandırılan cezai yasalarla siyahilere sokağa çıkma yasağı, ateşli silahlara sahip olma yasağı gibi yasaklar getirdiler. Hatta çiftliklerden izinsiz ayrılan ve başıboş gezen siyahiler hapse atıldı. Kısacası, siyahilerin kölelik durumları bu yasalarla delinerek devam ettirildi [10].


“Jim Crow” Yasaları

1875 yılında, Kongre, uzun bir süre yürürlükte kalacak önemli bir sivil haklar yasası çıkardı. İlgili yasa, farklı ırktan ya da farklı ten rengine sahip vatandaşların otel, tiyatro, eğlence yeri, ve toplu taşıma araçlarında eşit muamale görme hakkının hiç kimse tarafından kısıtlanamayacağını vurgulamaktaydı. Nitekim, 14. Anayasa değişikliği de bu konuyu vurgulamakta ve ırkların eşitliğini vurgulamaktaydı. Yüksek Mahkeme 1883 yılında, Ondördüncü Anayasa Değişikliği ile eyaletler tarafından ırk ayrımcılığı yapılmasının yasaklandığı gerekçesiyle, bu yasayı anayasaya aykırı olarak ilan etti. Özellikle 1890’dan sonra, Güney eyaletleri ırkların ayrı tutulmasını savunan segregasyon yasalarını kabul ettiler. Bu yasalara göre okul, restoran, otel gibi hayatın bir çok yerinde ırkların ayrı tutulmasını savunuluyordu. Ancak bu yasa, teoride, çıkarılan sivil haklar yasasına da aykırılık göstermemekteydi. Irklar ayrı tutuluyordu ama imkanlar açısından eşitliğinin sağlanacağı belirtiyordu ki bundan dolayo "ayrı ama eşit" ilkesi olarak da isimlendirilmektedir. Ancak, ayrı ama eşit ilkesi pratikte eşitliğe dayanarak uygulanmadı.


Bu konuda önemli bir yargı kararı 1896 yılında geldi. Louisiana eyaleti beyazlar, siyahlar ve karışık soydan gelen “melezler”’in ayrı tren vagonlarında yolculuğu öngören bir yasayı kabul etmişti. Bir grup vatandaş, yasayı denemeye karar verdi. Homer Plessy bunu deneyecek kişi olarak seçildi. Plessy’nin kendisi beyaz olmasına karşın büyük ailesinde siyahi kişiler mevcuttu. Plessy, “sadece beyazlar için” ayrılmış tren vagonuna bindi ve burada kondüktöre bu durumu açıkladı. Hakkında dava açılıp tutuklandı. Yüksek Mahkeme, yediye karşı bir oyla, Louisiana yasasını haklı bularak onayladı. Oy çoğunluğu ile alınan bu yargı kararı ile, “İki ırkın zorunlu olarak ayrılması farklı ırklara alçaltıcı bir damga vurmaz” sonucuna varılmıştı. Siyah Amerikalılar aynı fikirde olmadıkları takdirde bu ilgili yasanın değil, onların kendi yorumudur deniliyordu. Plessy Davası’nın (resmi adıyla Pless-Ferguson Davası) yarattığı sorunlardan biri şuydu: “ayrı” gerçekte asla “eşit” değildi. Siyahlar için ayırılan devlet okulları ve diğer tesisler neredeyse her zaman diğerlerine kıyasla kalitesizdi.


Booker T. Washington: Ekonomik Bağımsızlık Arayışı

Haklarını savunan bazı Afro Amerikalılar siyasi çabaların zaman kaybı olacağı düşüncesiyle Booker T. Washington liderliğinde ekonomik kalkınmaya öncelik vermeye karar verdi. Booker T. Washington, ekonomik kazanımların ve kalkınmanın gelecek dönemde siyasi kazanımların önünü açacağını savunmaktaydı. Bu nedenle çeşitli okullarda hemşirelik, marangozluk, terzilik gibi mesleki eğitim ile becerilerin kazandırılmasını amaçladı. Booker Washington, bu fikirlerini paylaştığı Atlanta konuşması ile öne çıkmaktadır. 1895 yılında gerçekleştirdiği konuşmasında şunları vurguladı:

"kölelikten özgürlüğe büyük sıçrayış esnasında çoğumuzun ellerimizle üreterek yaşayacığımız gerçeğini gözden kaçırabilmemiz; vasıfsız sıradan emeği yüceltmeyi öğrendikçe zenginleşeceğimizi aklımızda tutamayışımız; ve vasıfsız işçilik gerektiren meslekleri uygularken bile içine akıl ve beceri katmamız gerektiğidir. Hayata en alttan başlamalıyız, en üstten değil. Yakındığımız mağduriyetlerin önümüzdeki fırsatları gölgelemesine izin vermemeliyiz."

“Şuanda fabrikada bir dolar kazanma fırsatı, opera binasında bir dolar harcama fırsatından daha değerli”

“Dünya pazarlarına katkıda bulunan hiçbir ırk, uzun süre toplum dışına itilemez”.

Bu değişim türü aslında bir anlamda aşamalı bir ilerlemeyi hedeflemekteydi. Ancak, sivil haklara kavuşma konusunda ekonomik gelişmeleri beklemek istemeyen bir grup kişi Du Bois liderliğinde Niagara Hareketi’ni kurdular. Önemli mottoları şöyleydi: “Biz tüm yetişkin erkekler için tam oy hakkı istiyoruz ve bu hakkı da şimdi istiyoruz!”. Niagara grubu 1906 yılında Jim Crow yasalarına karşı lobi faaliyetleri yürüttü; broşür ve el ilanları dağıttı; genelde sivil haklar ve farklı ırklara karşı adalet konuları üzerinde durdu. Ancak, bu hareket organizasyon ve finansal destek açısından zayıftı. Bu nedenle ilerleyen süreçte iki grup hep birlikte Siyahları Geliştirme Ulusal Derneği’ni (National Association for the Advancement of Colored People – NAACP) kurdular [11].


Irk Ayrımına Karşı Hukuki Mücadele

Afro-Amerikalılar, ülkenin en etkili gücü olan hukukun desteğini kazanmak adına Charles Hamilton Houston ve Thurgood Marshall isimli avukatlar önderliğinde hukuki mücadelelere başladılar. Houston ve Marshall’ın çabaları ile Jim Crow yasalarında başarılı ilerlemeler sağlandı.

Yasal çabalar, NAACP ekibinden bir avukatın Plessy Davası'nı yeniden ele alması ile başladı. Avukat burada ayrı ama eşit ilkesini incelediği 218 sayfalık bir rapor hazırladı. Rapor, devlet harcamaları açısından beyaz ve siyah ırklara göre ayrılmış okullar arasındaki eşitsizliği belgeliyordu.

Smith-Allwright Davası (1944)

Bu,siyasi partilerin genel seçimdeki adaylarını seçtikleri ön seçimlerde siyahların oy kullanmasını engelleyen bir davadır. Marshall bu davayı önemli bir başarı olarak görmekteydi çünkü bu yasa kaldığı sürece ön seçimlere giren adaylar beyazların oylarını almak adına ayrımcı propagandalar yapmaktaydı.

Morgan-Virginia Davası (1946)

Marshall, eyaletler arası otobüs taşımacılığında segregasyonu yasaklayan bir Yüksek Mahkemesi kararı aldırmıştı. Daha sonraki Boynton-Virginia Davası’nda (1960) ise, mahkemeyi eyaletler arası seyahat eden yolcuların kullandığı otobüs terminallerinde ve diğer tesislerde segregasyonu yasaklayan bir emir çıkarmaya ikna etti.

Shelley-Kraemer Davası (1948)

Marshall, anayasaya göre taşınmaz bir malın siyahlara satılmasına – sözkonusu mal ırksal anlamda kısıtlayıcı bir sözleşme hükmüne bağlı olsa bile – eyalet mahkemeleri tarafından engel olunamayacağı konusunda Yüksek Mahkeme’yi ikna etti. Bu tür kısıtlayıcı sözleşmeler; ev sahiplerinin mallarını siyahlar, Yahudiler, ya da diğer azınlıklara satmalarını engellemek için yaygın olarak kullanılan yasal bir taktikti. NAACP ekibinin zaferleri sayesinde, ayrı-ama-eşit ilkesine göre düzenlenmiş ama aslında eşit durumda olmayan tesislerdeki uygulamaların mahkemelerce kaldırılması için zemin hazırlanmış oldu.

Brown Kararı

Linda Brown ilkokulda okuyan bir öğrenci idi. Linda, evinden yedi blok ötede beyazların gittiği bir okul olmasına rağmen, Linda 21 blok uzakta siyahlara ayrılan bir okula devam etmek zorunda bırakılmıştı. Babası Oliver Brown yasal çerçevede hakkını aramayı denemişti ancak Kansas eyalet mahkemeleri, siyah ve beyazların ayrı olarak okuduğu okulların eğitim kalitesi açısından birbirleri ile kıyaslanabilir olduğu gerekçesiyle, Brown’ın dava talebini reddetmişti. Bu durum, segregasyon uygulanan tesislerin – tanım gereği ve hukuksal olarak – aslında eşit durumda olmadıkları ve dolayısıyla anayasaya da aykırı olduklarına dair Yüksek Mahkeme tarafından verilecek yargı kararında ısrarcı davranması için Marshall’a bir fırsat verdi.

Bu arada, yasal segregasyon sadece okullarda değil, yüzme havuzlarından otobüslere, sinema salonlarından mağaza restoranlarına kadar Güney’deki her türlü kamu tesisinde hala geçerliydi. Ve segregasyon yanlıları, çoğu durumda Afro-Amerikalıları en temel anayasal haklarından mahrum etmeyi başarıyorlardı. On Beşinci Anayasa Değişiklik maddesinin net ifadesi bozulyor, Siyahlar Güney’de oy kullanamıyorlardı. Sivil haklarla ilgili yeni yasalarin gerektiği apaçık ortadaydı.

Montgomery Otobüs Boykotu

1 Aralık 1955’de Alabama, Montgomery’de Rosa Parks’ın tutuklanmasıyla başlayan ırkların ayrı oturtulduğu otobüslerin başarıyla boykot edilmesi, sivil haklar davasını kitlesel bir siyasi harekete dönüştürdü. Bu hareket, Afro-Amerikalıların birleşip disiplinli bir siyasi eyleme kalkışabileceklerini kanıtlamış oldu. vazgeçilmez lider Martin Luther King Jr’ın ortaya çıkmasını da sağladı. King’in milyonlarca beyaz Amerikalının doğrudan Jim Crow gerçeği ile yüzleşmesine ve bir dönüm noktası olan 1964 Sivil Haklar Yasası ile 1965 Oy Kullanma Hakkı Yasası’nın çıkarılması için gereken siyasi gerçekliği şekillendirilmesine katkısı, herkesten fazlaydı.

Rosa Parks,artık boyun eğmekten yoruldum diyerek, 1 Aralık 1955’de yerel bir mağazada terzi olarak çalışmasının ardından işten eve dönerken, “beyaz” ve “siyah” ırkların ayrı oturtulduğu otobüste “siyahlara ayrılmış bölüm”ün ilk sırasında oturmasına karşın otobüs dolu olduğu için yerini isteyen bir beyaz vatandaş hayır cevabını verdi. Ardından, tutuklanıp hapse atıldı.

Bir siyah topluluk kentin otobüs sistemini boykot etmek için Montgomery Geliştirme Birliği’ni (Montgomery Improvement Association – MIA) kurdu. Bu hareket sırasında gruplara öncelik eden Martin Luther King Jr. öne çıkmaya başladı. King, MIA’ya yaptığı ilk konuşmasında, bu durumu protesto etmekten başka seçeneklerinin olmadığını vurguladı. King, evine düzenlenen saldırıdan ve 100 boykotçuyla birlikte “bir otobüsün önünü kapattıkları” gerekçesi ile tutuklandıktan sonra bile, şiddet karşıtı yöntemlerinden vazgeçmeden nezaketle davranarak hareketin saygınlığını arttırırken, Montgomery ırkçılarının da halkın gözünden düşmesine neden oldu.

Kasım 1956’da A.B.D. Yüksek Mahkemesi kentin son temyizini reddetti ve Montgomery otobüslerinde uygulanan ırk ayrımcılığı böylece sona ermiş oldu. Bu sayede güç kazanan sivil haklar hareketi de yeni savaşlara doğru yoluna devam etti.

Oturma Eylemleri

Bu sırada, daha genç yaştaki eylemcilerin King’in yavaş değişimden yana taktikleri karşısında giderek sabırları tükeniyordu. 1960 yılında, 200 genç eylemci Şiddet Karşıtı Öğrenci Koordinasyonu Komitesi (Student Nonviolent Coordinating Committee – SNCC)’ni kurdular. 1 Şubat 1960 günü saat 16:30’da, bu dört öğrenci, yerel Woolworth mağazasının restoranında, sadece beyazların oturabildiği koltuklara oturdular. Yemek siparişleri red edildi; ancak öğrenciler mağaza kapanıncaya dek sessizce oturmayı sürdürdüler.

Ertesi gün, 20 siyah öğrenci üç veya dört kişilik gruplar halinde mağaza restoranlarına oturdular. Greensboro Record gazetesi olayı şöyle anlattı: “Etrafa hiçbir rahatsızlık verilmedi. Mekanda gruplar halindeki öğrencilerden başka konuşan kimse yok gibiydi.. Kimi öğrenciler kitaplarını çıkarmış, ders çalışıyordu.”

Halka açık yerlerin şiddet kullanılmaksızın işgal edilmesi veya oturma eylemlerinin geçmişi, Hindistan’ın İngiltere egemenliğinden kurtulması için Mahatma Gandhi tarafından yapılan kampanyalara kadar dayanmakta idi. A.B.D.’de işçi sendikaları ile Kuzey merkezli Irkların Eşitliği Kongresi (Congress of Racial Equality – CORE) de oturma eylemleri yapmıştı. SNCC hızla bu sivil haklar taktiğini benimsedi; iki ay sonra 50’den fazla şehirde oturma eylemleri yapılıyordu.

King 1955 yılında bir sivil haklar eylemcisi Papaz James Lawson ile bağlantıya geçti. Papaz Lawson, Hindistan’da misyonerlik yaptığı yıllarda, Gandhi’nin “satyaghara” (şiddet içermeyen direniş) yöntemini yakından incelemişti. King ısrarla Lawson’ı Güney’e taşınmaya davet ediyordu. Lawson, 1958 yılında şiddet karşıtı yeni nesil eylemcileri eğitmeye başladı. Bu eğitim seminerleri esnasında mağaza restoranlarında bir dizi oturma eylemi yapmaya karar verdiler [12].

Özgürlük Gezileri

Oturma eylemine katılan genç liderlerden bazıları, 1961’de “Özgürlük Gezileri”nin başlamasına katıldı. 1946 yılında Thurgood Marshall’ın NAACP avukatları, eyaletler arası otobüs yolculuklarında ırk ayrımcılığını yasaklayan bir Yüksek Mahkeme kararı çıkarılmasını sağlamışlardı. 1960 yılındaki Boynton – Virginia Davası sonucunda, Yüksek Mahkeme önceki kararının kapsamını otobüs terminelleri ve eyaletler arası seyahatle ilgili diğer tesisleri de dahil edecek şekilde genişletti. Ne var ki, bir hakka sahip olmakla o hakkı kullanmak çok farklı şeylerdi.

Bu gerçeği anlayan, karışık ırklardan oluşan 13 kişilik bir grup Washington DC’den otobüsle yola çıktı. Atlanta’dan yola çıkan Özgürlük Yolcuları (Freedom Riders) iki gruba ayrılmıştı; ilk grup Greyhound otobüsüne, diğer grup da Trailways otobüsüne bindi. Greyhound otobüsü Anniston’a vardığında, kaldırımlarda alışılmadık bir şekilde insanlar dizilmişti. Bunun nedeni çok geçmeden anlaşıldı. Terminal park alanına vardığı anda, otobüsün üstüne bir kalabalık çullandı; ellerindeki taş ve muştalarla camları kırmaya çalıştılar. Otobüste Özgürlük Yolcuları’nı gizlice gözlemek için görevlendirilen iki beyaz devriye polisi de bulunuyordu, hemen kapıyı kapatıp Ku Klux Klan’ın yönlendirdiği kalabalığın otobüse girmesini engellediler.

İkinci gruptaki Özgürlük Yolcuları, Trailways otobüsünü Atlanta’dan binen bir grup Ku Klux – Klan üyesi ile paylaşıyorlardı. Siyah Özgürlük Yolcuları otobüsün arkasında oturmayı reddedince, daha fazla şiddet yaşandı. Özgürlük Yolcuları, Gandhi öğretisine bağlı kalarak, şiddete şiddetle karşılık vermediler.

Özgürlük Yolcuları bütün bunlara rağmen yola devam etmek konusunda kararlıydılar. Washington’da Başsavcı Robert F. Kennedy, Alabama Valisi John Patterson’dan otobüsün kendi eyaletinden güven içinde geçmesini sağlamasını istedi. Patterson bu isteği geri çevirdi: “Bu eyaletin vatandaşları o kadar öfkeliler ki, ortalığı karıştıran bir avuç kışkırtıcıyı korumayı garanti edemem.”

29 Mayıs günü Başsavcı Kennedy, eyaletler arası ulaşımda ırkların entegrasyonu konusunda Eyaletler Arası Ticaret Komisyonu tarafından sıkı yönetmeliklerin benimsenmesi için talimat verdi. Komisyon bu talimatı yerine getirdi. Federal destek sayesinde, Jim Crow yasaları otobüs terminalleri, ve otobüsler ve trenlerde etkisini yitirmiş oldu.

Albany Hareketi

24 Temmuz 1962’e gelindiğinde, Albany’li siyah Amerikalılar hiçbir ilerleme kaydedilmemesinden dolayı düş kırıklığına uğramışlardı. 2000 kişilik bir grup siyah, ellerine geçirdikleri tuğla, şişe ve taşlarla Albany polisi ve Georgia otoban devriyesine saldırdılar. Bir memur iki dişini kaybetti. Ancak, Laurie Pritchett’ın dersini iyi bellemiş memurları saldırıya karşılık vermediler. Polis şefi de bu fırsatı kaçırmadı: “Gördünüz mü şiddet karşıtı o taşları?” diyordu.

King hareketin daha fazla yara almasını engellemek için hızla harekete geçti. Önceden planlanmış bir toplu gösteriyi iptal ederek, pişmanlık günü ilan etti. Fakat, Albany’de başka gösterilerin yapılmaması için çıkarılan federal hükümet emri, zorluklara bir yenisini daha ekledi: Yasalar o güne kadar sivil haklar davasının yanında yer almıştı. Albany’de yapılacak yeni bir eylem, ırkçıların King ve yandaşlarını yasaları çiğneyen insanlar olarak göstermelerine yol açacaktı.

“Bir Eylemimiz Var”

3 Nisan 1963’de eylemciler büyük bir mağaza restoranında oturma eylemi başlattılar. Ardından 6 Nisan’da Birmingham Belediye Binası’na yapılan yürüyüş geldi. Afro-Amerikalılar şehir merkezindeki işletmeleri boykot etmeye başladılar. Birçok dükkan çok geçmeden “sadece beyazlar için” levhasını kaldırdı; Bull Connor (Birmingham's public safety commissioner in 1937) onları işletme ruhsatlarını iptal etmekle tehdit etti. Gönüllülerin sayısı arttı. Tutuklananların sayısı arttı, hapishaneler doldu . Polis olaylara tepkisiz kalmıştı.

Connor, 10 Nisan’da King, Fred Shuttlesworth ve diğer 134 liderin boykot, oturma eylemi, grev ve diğer protesto eylemlerinde yer almasını yasaklayan bir mahkeme emri çıkardı. Emrin ihlali mahkemeye saygısızlık olacaktı; dolayısıyla sadece barışı bozmaktan daha fazla hapis cezasıyla sonuçlanırdı.

King bir seçim yapmak zorundaydı. Abernathy ile birlikte mahkeme emrini çiğnemeye karar verdiler. 12 Nisan 1963’te, Kutsal Cuma günü Martin Luther King Birmingham merkezine doğru bir protesto yürüyüşü başlattı. yaklaşık 60 kişi tutuklandı. Birmingham kampanyası sürecinde liderliklerine gerek duyulduğu için, Martin Luther King ve Ralph Abernathy hapishanede geçirdikleri sekiz günden sonra kefaletlerini ödeyerek serbest kaldılar. Gençleri örgütlediler. Şehir merkezine yürüyüp sadece beyazların oturabildiği mağaza restoranlarında oturmaya, beyazların kullandığı çeşmelerden su içmeye, beyazlara açık kütüphanelerde ders çalışmaya ve beyazlara ait kiliselerde dua etmeye hazırlandılar.

9 Mayıs’a gelindiğinde, Birmingham’lı iş dünyası liderlerinin sabrı tükenmişti. King ve Shuttlesworth ile bir anlaşma pazarlığı yaptılar. Birmingham işletmelerindeki restoran masaları, tuvaletler ve çeşmelerde segregasyon uygulaması kaldırılacaktı. İşletme sahipleri siyah çalışanlara iş verecek, terfi etmelerine engel olmayacaklardı. Hapishanedeki protestocular salıverilecek, cezaları düşecekti.

Washington’a Yürüyüş

11 Haziran 1963’de, Başkan John F. Kennedy özel tesislerin tümünde segregasyonu yasaklayan bir yasayı Kongre onayına sunacağını ülkeye duyurdu. Söz konusu özel tesisler kapsamında otel, restoran, sinema salonları, mağaza ve benzeri yerler bulunmakta idi. Afro Amerikalılar bu kez “sivil haklarla ulusal ekonomik talepleri tek bir harekette birleştirmek” umuduyla bir yürüyüş planlıyorlardı. Olayı organize etmek için sivil haklar liderlerinden “Büyük Altılı” adlı bir grup oluşturuldu.

“İş ve Özgürlük için Washington Yürüyüşü” ülkenin o güne dek tanık olduğu en büyük toplu siyasi gösteri olacaktı. King’in “Bir Hayalim Var” başlıklı konuşması çoğu kişiye göre bir Amerikalı tarafından o güne dek yapılan en etkileyici konuşma idi.

Yasal Eşitlik Süreci

Yürütülen sivil haklar hareketi, iki yeni yasanın onaylanmasını hızlandırıcı katkı sağladı: 1964 Sivil Haklar Yasası ile 1965 Oy Kullanma Hakkı Yasası. Bu yasalar kısmen Amerikan siyasetindeki yapısal değişim sonucunda kabul edilmiştir.

1964 Sivil Haklar Yasası

Uygulamaya koyulamayan; On Dördüncü Değişiklik maddesi; "Hiçbir Eyalet, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarının haklarını veya dokunulmazlıklarını kısıtlayacak bir yasa yapamaz veya böyle bir yasayı kabul edemez; ayrıca hiçbir Eyalet hiçbir bireyi yaşam, özgürlük veya refah hakkından gerekli hukuk sürecinden faydalanmasını sağlamaksızın yoksun bırakamaz; ve yetki alanı içindeki hiçbir bireyi yasaların eşit korumasından mahrum edemez."

Kazanılan davalar ile Afro-Amerikalılar ve diğer azınlıklara karşı ayrımcılık yapamayacağını belirlendi. Ancak, özel alanların yani sinema salonları veya restoranların sahibi devlet değildi ve toplumsal seviyede segregasyon bu alanlarda engellenememekteydi. Bireysel ayrımcılıkların yasaklanması için bir yasa çıkarılması gerekiyordu.

1964 Sivil Haklar Yasası ile bu açık giderilemey çalışıldı;

• Başlık I: Seçmen kayıt şartlarında eşit olmayan uygulamaları yasaklar.

• Başlık II: Kamu alanlarda segregasyonu yasaklar. Aynı zamanda, bireylere ihtiyati tedbir (kişiye bir şeyi yapması veya yapmaması yönünde yaptırımda bulunan mahkeme emri) elde etmeleri için dava açma yetkisi vermekte ve A.B.D. başsavcısına “kamu yararı açısından önemli” olduğunu düşündüğü davalara müdahale etme izni vermektedir.

• Başlık III: Davanın “kamu tesislerindeki segregasyona son verme sürecinin işleyişini kolaylaştırması” ve mağdur kişinin böyle bir dava açma olanağı bulunmaması durumunda, A.B.D. başsavcısına dava açma yetkisi vermektedir.

• Başlık IV: Devlet okullarında segregasyonun önlemek üzere başsavcıya dava açma yetkisi vermektedir. Bu hükmün amacı, Brown – Eğitim Kurulu Davası’ndan sonraki on yıl içinde görülen yavaş ilerlemeyi hızlandırmaktır.

Başlık VI: Yasanın hükümlerini “federal finans desteği alan her türlü program ve etkinlik” kapsamında genişletir. Federal hükümete, segregasyon içeren ve federal fondan yararlanan her türlü programdan bu desteğini çekme yetkisi verir.

• Başlık VII: 25’in üstünde çalışanı olan işletmelerin tümünde segregasyonu yasaklar. Bu hüküm kapsamında, işe alınma süreci, çalışma, tazminat ve terfi konularında ayrımcılık ile ilgili şikayetleri incelemek üzere Eşit İstihdam Fırsatı Komisyonu (Equal Employment Opportunity Commission) kurulmuştur.

1965 Oy Kullanma Hakkı Yasası

Afro-Amerikalıların sivil haklarının kazandırılması, korunması ve uygulanması açısından mahkeme kararları ile sivil haklar yasaları çok önemli araçlardı. Ancak, bu hakların kalıcı olmasını garantilemenin en kesin yolu, siyahlara demokratik sisteme tam katılım hakkı verilmesiydi. O devirde oy hakkı sözde herkesin en temel hakkıydı; ancak uygulamada başarısız Yeniden Yapılanma döneminden sonra, Güney’deki Afro-Amerikalıların kullanamadıkları bir haktı.

Bu uygulamalardan biri de “oy vergisi” idi. Oy vergisi, bir toplumdaki tüm üyelere eşit olarak uygulanan özel bir vergiydi. Vergiyi ödeyemeyen vatandaşlar oy kullanamıyorlardı. Güney eyaletlerinin çoğunda 1889 – 1910 yılları arasında oy vergisi uygulamasına geçildi. Afro-Amerikalıların yoksulluk oranı dikkate alınırsa, çok sayıda siyah seçmen ile yoksul beyazın oy hakkı da böylece ellerinden alınmış oluyordu.

Seçmen kaydı için “okuryazarlık” şartı da bu tür uygulamalar arasındaydı. Oldukça sübjektif yöntemlerle hazırlanan sözlü ve yazılı sınavların en zor soruları, neredeyse her zaman oy kullanmaya gelen Afro-Amerikalılara rastlıyordu.Sınava giren kişiden, ilçe kayıt memurunun Anayasa’dan okuduğu bir paragrafı yazması istenebiliyordu. Ne var ki, paragraf beyaz adaylara net bir şekilde okunurken, siyah adaylara adeta mırıldanarak okunuyordu.

Güneyli seçim yetkilileri, siyah adayların sınavı geçmesini önlemek için çok sayıda taktik geliştirmişlerdi. Örneğin, Alabama’da bir adayın sınavı geçip geçemediğine gizlice karar veriliyordu; kararlara itiraz etmenin ise hiçbir yolu yoktu.

Seçim yetkilileri isterlerse seçmen kaydı için başvuran siyahların adlarını yerel gazetede yayınlayabiliyorlardı. Bu da, başvurularını geri çekmek için “ikna” edilmesi gereken siyahlara karşı, yerel beyaz Vatandaşlar Konseyleri ve Ku Klux Klan üyelerini harekete geçirebiliyordu.

On Beşinci Değişiklik maddesi oy haklarında segregasyonu zaten yasaklamıştı; dolayısıyla sorun Afro-Amerikalıların yasal oy haklarının bulunmaması değildi. Asıl sorun, bazı eyalet ve yerel yetkililerin sistematik bir şekilde siyahları oy hakkından yoksun bırakması idi. 1964 Oy Kullanma Hakkı Yasası ile federal hükümete seçmen kaydı için okuryazarlık sınavı yapan, ayrıca oy kullanma yaşına gelmiş kişilerin sadece yarısından azının kayıtlı olduğu ya da oy kullanabildiği herhangi bir eyalet ya da seçim bölgesinde, seçmen kayıt sürecini denetleme yetkisi veriliyordu. Güney’deki altı eyaletin hepsi ve diğer eyaletlerdeki birkaç ilçe de böylece bu yasa “kapsamına alınmış” oldu. Federal yetkililerin onayını almadan, yerel yetkililerin oy kullanma kuralları ve yönetmeliklerini değiştirmesi yasaklandı; değişiklik durumunda federal yetkililer önce bu değişikliğin ayrımcılık amacı veya etkisiyle yapılıp yapılmadığını inceleyecekti.

Zaman içinde kullanılan oylar ile elde edilen hukuki ve siyasi anlamda eşitlik, Afro-Amerikalılar için yaşamın hemen her alanında çeşitli kazançlar getirdi. Örneğin, John R. Lewis 1961 yılında Montgomery çetesi tarafından vahşice dövülmüş Özgürlük Yolcuları’ndan biriydi. Daha sonra kendisi A.B.D. Temsilciler Meclisi’nde Georgia eyaletinin 5. Bölgesi’ni temsil ediyor. Meslektaşları arasında yaklaşık 50 kadarı Afro-Amerika kökenlidir. Bunların çoğu da, etkili kongre komitelerinin başkanları olarak büyük bir siyasi güç kullanmaya devam ediyorlar. Denise McNair, 1963 yılında Birmingham’da ırkçı milislerin bombaladığı Onaltıncı Cadde Baptist Kilisesi’nde yaşamını yitiren genç kızlardan biriydi. 2005 yılında, arkadaşı Condoleezza Rice ülkenin Dışişleri Bakanı olarak göreve başladı. 1966 yılından bu yana siyahlar arasında lise mezuniyet oranları neredeyse üç katına çıktı, yoksulluk oranı ise neredeyse yarıya düştü.

Kenyalı siyah bir baba ile Kansas’lı beyaz bir annenin oğlu olan Barack Obama, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak seçilmişti ki bu da sorunlar olsada önemli ilerlemelerin de sağladığını göstermektedir [13].


  1. Freddie Gray'in ölümü: Baltimore polisi cinayetle yargılanacak. (2015). BBC. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150501_freddie_gray_baltimore Erişim Tarihi: 22.02.2018
  2. http://www.diken.com.tr/baltimoreda-freddie-grayi-olduren-polisler-cinayet-sucundan-yargilanacak/ Erişim Tarihi: 22.02.2018
  3. https://www.haaretz.com/prosecutor-charges-6-baltimore-officers-in-gray-s-death-1.5357392 Erişim Tarihi: 22.02.2018
  4. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/amerikan-bagimsizlik-bildirgesi-110#panel4 Erişim Tarihi: 27.02.2018
  5. Haklar Bildirgesi https://photos.state.gov/libraries/amgov/30145/publications-other-lang/TURKISH.pdf Erişim Tarihi: 27.02.2018
  6. Nihayet Özgürüz https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf Erişim Tarihi: 28.02.2018
  7. Nihayet Özgürüz https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf Erişim Tarihi: 01.03.2018
  8. Amerikan İç Savaşı ve Abraham Lincoln (2017). Gazete Bilkent. http://www.gazetebilkent.com/2017/01/03/amerikan-ic-savasi-ve-abraham-lincoln/ Erişim Tarihi: 01.03.2018
  9. Nihayet Özgürüz https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf Erişim Tarihi: 01.03.2018
  10. Mızrak, B. (2017). AMERİKA’DA AYRIMCI POLİTİKALAR VE SİYAHİ MÜCADELE TARİHİ. INSAMER
  11. Nihayet Özgürüz https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf Erişim Tarihi: 01.03.2018
  12. Mızrak, B. (2017). AMERİKA’DA AYRIMCI POLİTİKALAR VE SİYAHİ MÜCADELE TARİHİ. INSAMER
  13. Nihayet Özgürüz https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf Erişim Tarihi: 27.02.2018